Okulda hemen bütün derslerde durumu şöyle böyle iken Türkçe dersinde iyi durumdaydı. O yıllar Kıbrıs Barış Harekatı’nın en caf caflı yıllarıydı. Mehmetçik bu savaşta zaferler kazanıyordu.
Okulda “Kıbrıs gecesi” düzenleyeceklerdi. Kıbrıs’a ilişkin bir piyes aradılar. Piyes bulamadılar. Delikanlımız “Edebiyat Kolu” başkan yardımcısıydı. Başkan olan arkadaşına “Ben bir piyes yazayım” dedi. İyi ama okul idaresi asla kabul etmezdi.
Evcilik oynamak değildi ki bu.
“Kim yazdı?”
“Arkadaşımız yazdı”
“Olmaz öyle şey... Siz kim oyun yazmak kim oğlum?”
Şöyle bir çıkış yolunda anlaştılar. Bir tanıdıklarında Kıbrıs’la ilgili bir piyes görmüşler. Adam kitabı vermeyince bir gece boyunca oturup piyesi kâğıda geçirmişler. “İşte efendim, oyun bu” diyecekler.
Delikanlımız oyunu dört günde yazdı bitirdi ve müdüre kitaptan geçirdik, dediler. Oyun, okulda oynandı, büyük beğeni topladı. Ulusal duyguları coşturucu bir oyundu. İzleyicilerin pek çoğu ile birlikte oyunun yazarı da duygulandı ve hatta ağladı.
Piyesi delikanlımızın yazdığı ortaya çıkınca okul müdürü onu odasına çağırdı. Ve “Bu oyunu yazarken nereden yararlandın?” diye sordu. Yazarımız bu sorunun altında ne gibi bir anlam bulunduğunu anlayacak kadar zekiydi. “Kimseden yararlanmadım.” dedi.
Oysa müdürün kendisini çağırdığını öğrendiğinde bayağı umutlanmıştı. İyi bir yazar olabilmesi yolunda belki de kendisine yardım edebileceğini ummuştu. Ancak Okul Müdürü bir “Aferin”le onu savıverdi. Yıkılmıştı. Ne ummuş, ne bulmuştu.
Sınıfına dönerken “Ah keşke elimden bir tutanım olsa...” diye hayıflandı.
Oyun, o yıllarda çıkan dergilerde yayımlandı ama okul idaresi yine tınmadı. Delikanlımız “Ah keşke...” demeyi sürdürdü.
Şiire de yatkınlığı vardı. Ülke çapında eli kalem tutan herkesin “Ben şairim” diyebilmesine yol veren bugünkü şiir anlayışı edebiyatımızda o yıllarda kendisine yer açabilme çabasını henüz sonlandırabilmiş değildi.
Okulda ders dışı saatlerde öğrencilere şarkı ve türküler dinletilen yayın düzeneği vardı. Zaman zaman burada şiirleri öğrencilere dinletilirdi. Sonra
büyük kentlerde yayınlanan kimi dergilere şiirler yollardı. Şiirlerini yayınlanmış gördükçe yüreklenirdi.
Pek çok ünlü şairin şiirlerini ezber bilirdi. Şiirde daha daha ustalaşmak istiyordu. Bir gün kasabalarına bir şair geldi, “Şiir yazıyorum efendim, bir bakar mısınız?” diyecek oldu. “Vaktim yok kardeşim” yanıtını aldı ve yine yıkıldı.
Kendi kendine “Ah keşke elimden bir tutan olsa...” demeyi sürdürdü.
Bu kez İzmir Radyosuna oyunlar ve programlar yazmaya başladı. Ancak bu çabaları bile birlikte çalıştığı arkadaşlarının gönlünü kazanmasına yetmedi ve keşkeler dilinden düşmedi.
Delikanlımız yılmadan yazmaya devam etti ama hiç elinden tutan olmadı. Yıllar çabucak geçti, delikanlımız elinden tutacak birini bulamadan bu dünyadan göçüp gitti.
Ne dersiniz, sizin elinizden tutacak biri var mı?
Dostlar, edebiyatla kalın ama umutsuz kalmayın.