Dağı bayırı,çayırı çimeni yemyeşil bir belde.Üstüne üstlük yedi sekiz kilometre kuzeyinden akan Küçük Menderes nehriyle bilinen,ünlenen bir kent.Dağlarından yağ,bağlarından bal akar.Cevizi,kestanesi,bir zamanlar üzümü,günümüzde inciri,kirazı,şeftalisi,kavunu karpuzu ile meşhur bir şehir.
Otuz kırk yıl öncesini hatırlamaya çalışalım. Şehrin kuzeyden girişinde sağda bir tren istasyonu ve parkı.Güneye doğru ilerlediğimizde tam ortada Orta Park.İçinde bir süngüyü andıran yirmi metre yüksekliğinde Kurtuluş Anıtı.Parkın etrafında,doğuya,batıya ,kuzeye,güneye ,güney batıya açılan caddeler.Bir de ülke çapında kurulan yöresel on büyük pazardan biri olarak anılan Salı Pazarı.Tarih boyunca değişik zamanlarda yaşayan tarihi kişiler,kişilikler.
Orta Park’ın dönerine kuzeyden varır varmaz solda PTT binası var. Sağda ise bir zamanlar var olan Çavuşun Kahvesi.
Bu kahveye Tireli olup ta uğramayan bir adem kişi yoktur sanırım.Postaneye gelenler, mektup veya koli gönderenler, ankesörlü telefon kulübesinde ellerinde jetonla sıra bekleyenler, konuşanlar, kahveye uğrayıp bi yorgunluk kahvesi veya çay içenler, sohbet edenler..
Kahve, merkezi bir yerde olduğu için çoğu Tireli için adeta bir buluşma yeridir. Kışın kapalı kısımda yazın ise hem kapalı hem de açık bölümde; Sohbetler eşliğinde nargilesini fokurdatanlar, tavla, dama, okey ya da kağıt oyunu oynayanlar. Hem televizyon seyredip hem de gazete okuyan çay kahve tiryakileri. Birisini bekleyenler, adres soranlar. Falancanın filancanın gelip gelmediğini garsonlara soranlar.Çalışanlar, dinlenenler, bekleyenler, emekliler ve özetle her yaştan her tip ve karakterden kişilerin uğrak yeri bir kahve.
Bir yaz günü akşamı Çavuşun Kahvesi’nde çayımı yudumluyor bir yandan da gazetemi okuyorum. Bir Televizyon kanalına şaka programı yapan Atilla Arcan çıktı bi ara. Masalarında sohbet edenlerin gazete okuyanların bakışları ilgiyle televizyon ekranına çevrildi aniden. Bir başka masada tek başına dinlenen yorgun bir garson da aynı programı dikkatle izlemeye başladı.
Atilla Arcan programının bu bölümünde; işlek bir caddenin bir köşesine dikilmiş saf saf etrafını seyrediyor. Belinden aşağıya bir ayak daha ekletmiş, üçayaklı adam rolünü oynuyor. Ekranda şakacıyı bi görüp geçen dönüp bir daha bakıyor. Kimisi ayaklarına üşenmeyip yanına kadar gelip birkaç dakika bakışlarıyla inceliyor daha sonra yoluna devam ediyor. Bu arada programın bitmesine yakın, birkaç masadan,muhtemelen hesabı ödemeden kalkanlar, kahveyi terk ediyorlar.. .
Sayılı dakikalar çabuk geçermiş. Program biter bitmez , gülen eğlenen garson elindeki tepsiyle tam sandalyesinden kalkarken şef garson masaya yaklaştı.
-Aferin ...Üç ayaklıyı kaçırmadın amma yan masadaki iki ayaklıları kaçırdın. N’apcaz şimdi?..
Espriyi duyanlar gülmeye başladı. Garson bozuntuya vermeden elinde tepsi masalardaki boşları toplamaya gitti. Şef de masalardan gelecek siparişleri almak için yanımızdan uzaklaştı…
Günümüzde Çavuşun Kahvesi yok. Onun yerine; çayların yudumlanmadığı, kahvelerin höpürdetilmediği, nargilelerin fokurdatılmadığı, günlük gazetelerin okunmadığı, şakaların ve sohbetlerin yapılmadığı ciddi bir müessese var artık.
Koronalı günlerde, tedbiri uzun müddet elden bırakmayalım. Sosyal mesafeyi korumakla, maske takmakla, ellerimizi en az yirmi saniye yıkamakla mükellef olduğumuzu unutmayalım.
Bu günler önünde sonunda bitecek. Şehrimizin gezilecek yerleri gezilecek . Arkadaşlarımızla dostlarımızla, günümüzde varlığını sürdüren çay ocakları, kahveler ,kahvehaneler ve kıraathanelerde sohbetlerimize devam edilecek…
Mehmet Sadık Medin -28 Mayıs 2020 -Fatih