Yıllar ardı ardına geçmekte, Osmanlı topraklarında savaşlar sürüp gitmektedir. Dünya elbirliği etmişcesine Osmanlı üzerine çullanmaktadır. Kırım, 93 harbi, Trablusgarp harbi, Balkan Savaşları derken ardından en korkuncu 1. Dünya Savaşı başlar. Anadolu insanı varını yoğunu döker bu seferberlikler adına. En çok da evlatlarını feda eder. Bir bir onlar da gider ve bir daha geri dönmezler.
Bir milletin varlık ve yokluk mücadelesi olabilecek Çanakkale Muharebeleri için gözü yaşlı , gönlü yaralı analara son bir görev düşmektedir. Evlatlarını vatan hizmetine uğurlarken bağırlarına taş basar ve şöyle seslenir.
“Oğlum babanı Balkan’larda, dayını Şıpka’da kaybettim. Sen benim son yongamsın, sen de git minareler ezansız, camiler Kur’ansız kalacaksa sen de git.” der, sanki ölmeye değil de cennet bahçelerine uğurlar gibi askere uğurlar ve bağrına taş basarak vatana feda eder.
İşte Osmanlı Devletinin bu çok zor durumunda, Çanakkale gibi insanın öğütüldüğü bir savaşta yeni asker gücüne ihtiyaç vardır. Bu amaçla her yere ilanlar asılır ve gönüllü asker çağrıları yapılır. Halk bu çağrılara duyarsız kalmaz. Düşman tüm üstünlüklerine rağmen bir adım ilerleyememenin şaşkınlığı içinde ha bire saldırır. Tüm dünya kulak kesilmiş, bu cephedeki gelişmelere kulak kabartır. Çünkü dünyanın kaderi bu cephede belli olacaktır. İngilizler ise prestijlerini kurtarma telaşındadır. Karşılarında hiç ummadıkları imandan bir kale vardır.
Osmanlı ordusu inanılmaz bir direniş gösterir ama cephede adeta insan öğüten muazzam bir değirmen vardır. Her geçen gün taze güç ihtiyacı vardır. Bu taze kan da “ Mektepli Mehmetciklerden” gelecektir.
O günleri yaşayan gençlerden biri , hukuk fakültesi öğrencisi olan Mustafa o günleri şöyle anlatır.” Gençtim, tahsil çağındaydım, hukuk tahsilinden başka düşüncem yoktu. Büyük harp ilan edildi. O günleri hiç unutamıyorum. Bütün münevver Türk gençliği Harbiye Mektebindeki ihtiyat zabit namzetleri ( Yedek subay adayları) talimgahına girmek için koşuyordu” Ne heyecan! “ Bütün kapılar, avlular, koridorlar, taptaze, genç, dinç Türk gençleriyle doluydu. Kalabalık o kadar fazlaydı ki subaylar kayıt yapmaya yetişemiyordu. Harbiye Nazırı ( Savaş Bakanı ) Enver Paşa bizi teftişe geldi. Memleketin en münevver sınıfını teşkil eden gençliğin bu coşku ve vatanperverane kaynayışını görünce hemen kıtaların meydane getirilmesini ve cepheye gönderilmesini emretti.
Biran önce mukaddes vazifelerine başlamak için sabırsızlanan gençler kısa askeri talimlerin ardından cepheye sevk ediliyordu.
İşte Çanakkale’yi destansı bir hale getiren bu ruh ve bu fedakarlık aşkıydı. Vatanı için savaşmaya değil, ölmeye giden onbinlerce genç bu destanın en başta gelen kahramanlarıydı. Bu ruh “toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır “sözünün de kaynağını oluşturuyordu.
Uğrunda ölümü bile göze alabilecek nesillerin varlığı ile bu topraklar Türk vatanı olarak varlığını sürdürmeye devam edecektir.
Bu topraklar uğruna genç yaşta toprağa giren şehitlerimize binlerce teşekkürler, size minnettarız. Sizin yarattığınız destanlarla büyüdük, gerekirse bu vatan için yeni destanlar yazmaya hazırız.
Nurlar içinde yatınız.