Tekalif teklifler anlamına gelen Osmanlıca bir kelimedir. Milli teklifler, milli menfaatler gereği getirilen yükümlülükleri içermektedir. Nedir bu yükümlülükler? Niçin zorunlu olarak getirilmiştir.
Konuyu tarihsel açıdan kısaca değerlendirelim; I. Dünya Savaşından yenik olarak çıkan Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes antlaşmasını imzalamış, bu antlaşmaya dayanarak galip devletler Osmanlı’nın topraklarını aç kurtlar misali paylaşmaya kalkışmışlardır. Bu paylaşımın ardından İç Anadolu, Kuzey Anadolu’nun bir bölümü ve Doğu Anadolu’nun bir bölümü haricinde yurdun dört bucağı işgal ediliyordu. Kısaca belirtmek gerekirse bugünkü vatanımızın ancak 1/5’i bize bırakılıyordu. Asırlar boyu hür yaşamış ve sayısız devletler kurmuş Türk Milleti bu esaret zincirini kırmak üzere tarihin ender yetiştirdiği bir komutanın liderliğinde Kurtuluş mücadelesini başlatmıştı. Mustafa Kemal’in önderliğinde başlayan bu kutsal mücadele Kuvay-i Milliye güçleriyle işgalcileri durdurmaya yönelik olarak başlamış, Erzurum ve Sivas Kongreleri ardından TBMM‘nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılışıyla Türk Milletinin kaderini resmen ele almıştır. Batı cephesinde Yunanlılarla yapılan 1. ve 2. İnönü Muharebelerinin kazanılması ile moral bulan yüce Türk Milleti, daha sonra Kütahya ve Eskişehir cephelerinde üstün Yunan güçleri karşısında büyük bir başarısızlığa uğramıştır.
Bu yenilgiler Millet üzerinde büyük bir yılgınlık yaratmış, TBMM’de uzun tartışmalara yol açmıştır. “Muhalifler ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? “diye tartışmalar yapıyor. Son çare olarak Mustafa Kemal ordunun başına Başkomutan olarak geçirilmesi kararlaştırılıyor. Meclisin tüm yetkileri 3 Aylık süre için kendisine veriliyor. Meclise yaptığı konuşmasında Mustafa Kemal “Efendiler, zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları behemahal mağlup edeceğimize dair itimadım bir dakika olsun azalmamıştır.” Diye hitap ediyor, moral veriyor.
O an yurdumuzun durumu şöyledir. Yunanlılar Sakarya boylarına kadar Batı Anadolu’yu işgal etmiş, İstanbul İtilaf devletleri tarafından zapt edilmiş, Doğu’da Ruslar ve Ermeniler çeşitli şehirlerimizi işgal etmiş, Adana, Maraş, Urfa’da çatışmalar devam ediyor, Düşmanların bu hain saldırıları devam ederken Padişahın emrindeki Şeyhülislam Dürrizade, M. Kemal’in katli vaciptir diye fetva yayınlamış, Milli direnişi kırmak için Anzavur isyanı ve daha pek çok isyanlar başlatılmış, aynı zamanda yine Kurtuluş mücadelesini önlemek için Damat Ferit tarafından Kuvay-i İnzibatiye adıyla bir ordu kurulmuş, özetle Milli Mücadeleyi önlemek için iç ve dış düşmanlar elbirliğiyle seferber olmuş vaziyette. Yukarıda da değindiğim gibi Milli Mücadeleye gönül vermiş pek çok kişi de moralman çökmüş bir durumda.
Ordu perişan ayaklarına giyecekleri potin yok, içine giyecek çorap yok, üstüne giyecek zıbını yok, silahı yok, cephanesi yok, cepheye taşınacak aracı yok, mermisi yok, süngüsü yok, atı yok, merkebi yok, yok yok. sıcak, yiyebileceği bir tas aşı yok, para hiç yok. ruhen çökmüş bir asker, zaman zaman ümitsizliğe düşmüş bir millet, hatta “Bu iş bitmiştir “diyebilen bir kısım komuta kademesi.
Karşısında müttefikleri tarafından silah ve teçhizat bakımından, lojistik imkanlar bakımından alabildiğine desteklenen ve sayıca bizden çok daha fazla bir Yunan Ordusu var. Zafer kazanmak hiç de kolay değil. Böyle bir ortamda zafer kazanmak sıradan bir iş değildir.
Durumun vahameti karşısında 3 ay için TBMM tarafından tam yetkiyle görevlendirilen Başkomutan Mustafa Kemal, İlerleyen Yunan güçlerini durdurmak, vatanın temiz bağrından söküp atmakla sorumludur. Baş komutan 10 Maddelik Milli Yükümlülükler kararını yayınlar ve milletin yardımını talep eder. Neler istiyor Başkomutan bakalım: her çeşit yiyecek, giyecek, olmayan akaryakıtın 40 ‘ı, araçların 20 si,( kağnı, traktör vs ) at, eşek, öküz, manda gibi nakil hayvanlarının 20 si, demirci, nalbant, marangoz, terzi gibi sanatkarların iş gücü.. İstenen ve zorunlu olarak el konulan bu eşyaların bedeli daha sonra iade edilmek üzere alınmış ve Büyük zaferin ardından vatandaşın yardımları kuruşuna kadar ödenmiştir. İşte şimdi konu edilen Tekalif-i Milliye kararları bu amaçla alınmış, ordumuz yoktan var edilmiş ve zaferin kazanılmasının sebeplerinden biri olmuştur.
Böylelikle yokluk ve perişanlık içinde bir ordunun ihtiyaç duyduğu malzemeler temin edilmiş, Ordumuz yeniden teçhizatlandırılmış, iç isyanlar bastırılmış Yunan saldırıları Sakarya’da durdurulmuş ve ardından Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri fedakar halkımızın desteği, askerlerimizin kahramanlıkları ve Mustafa Kemal’in üstün komuta kabiliyeti sayesinde kazanılmıştır.
O günkü şartlar ile bugünkü virüs belası ortamını kıyaslamak mümkün değildir. Evet zor günler yaşıyoruz, ama o günkü gibi gariban değiliz çok şükür. Bugün yüzyıla yaklaşan Cumhuriyetimizin kazandırdığı zenginliklerimiz var, Bu sayede mirasyedice satıp harcadığımız fabrikalarla Beyaz Saray’ı, İngiliz Kraliyet malikanesini gölgede bırakan külliyeler yaptık, yazlık, kışlık köşkler , saraylar yapıyoruz, Tanzanya’dan Burkina Faso’ya , Gambiya’dan Kongo’ya, adını haritalardan bulmakta zorlanacağımız ülkelere yardım yapıyoruz. Beş milyon düzensiz göçmene 50 milyar dolar para harcadık, bir o kadar da harcamaya hazırız. Yap işlet devret yöntemiyle yaptırdığımız, cebimizden bir kuruş çıkmayacak dediğimiz köprüler, otoyollara verdiğimiz taahhütler karşılığı yıllık 8-10 milyar TL ödüyoruz. Kanal İstanbul’u her türlü itiraza rağmen yapmaya kararlıyız. Buna paramız da var herhalde. Zenginlik alametlerimizi saymakla bitiremeyiz.
Özetle 100 yıl öncesine göre bugünün ABD si kadar zengin sayılırız. Gönlümüz de zengin, her türlü engeli aşacak gücümüz var. Virüsün biri gider biri gelir hepsi bize vız gelir, tırıs gider.
“Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazmak mecburiyetinde bırakmasın” diyen Milli şairimiz Akif’’ten esinlenerek diyorum ki, Allah bir daha Türk Milletine bir başka İstiklal Savaşı yapmak mecburiyetinde bırakmasın.