Rahşan Gülşan adli bir köşe yazarının aşağıdaki yazısını okuyunca dehşete kapıldım. Nasıl kapılmayayım ki yazının ana fikri kesemeyeceğin, kesmekten korkacağın ormanlık alanlar “Bir kibritle yok ediliyor ve o cennet orman alanı daha sonra bir kanunla orman vasfını yitiren arazilerin arasına katılarak konut veya ticari alanlara dönüştürülerek büyük bir rant elde ediliyor.”
Korkunç bir iddia bu; eğer böyle düşünülüyorsa, bu dünyanın en büyük alçaklığıdır bence. Olmaz böyle bir şey olamaz, olmamalı diye haykırıyorum.
Adrasan’ı çok yakından biliyorum, gezdim, gördüm, müthiş etkilendim. Cennet ülkemin müstesna güzel köşelerinden biri . Oğlumun kısa devre askerlik yapması vesilesiyle görme fırsatını bulduğum bu cennet, Antalya’nın Kumluca İlçesine bağlı bir turizm beldesi. Eski adı Adrasan olan bu belde Kenan Evren döneminde Çavuşköy olarak adlandırılmaya başlanmış, sahil kesimi Olimpos Milli Parkı olan dillere destan bir doğa parkı. Burası eğer en küçük bir ihtimalle bilerek yakılmışsa heyecan ve nefretimi mazur görün; o hainler derhal asılmalı. Eğer yanan bu yerler yeniden ağaçlandırılmayıp (Ağaçlandırmak için yüzyıllar gerekebilir.) otel yapalım, yazlık siteler yapalım diye kullanılmaya kalkışılırsa biliniz ki bu cenneti bu hainler yakmıştır.
***
Ben yeşile, ormana hayran bir yaratılıştayım. İlk görev yerim, Erzurum Olur ilçesi Aşağı Karacasu adlı büyükçe bir köydü. Ormanlık bir alanda kurulmuştu. Yükseltisi fazla olmadığı için Erzurum’a göre ılıman bir iklime sahipti. Ortaokulunu ilk kez hizmete açma şerefi bana nasip olmuştu. Köyde ilk dikkatimi çeken hususlardan birisi, ormanın köyden epeyce uzaklaşmış olmasıydı. Köyün yaşlılarına bunun sebebini sorduğumda “Hocam şu uzaktaki ormanı görüyor musunuz o orman köyün yanıbaşına kadar iniyordu, biz yok mu biz caniler her gün kese kese ormanı bitirdik” demişlerdi. Çevreyi inceledim hakikaten yamaçlardaki toprak orman toprağıydı, burada ağaçların kolayca yetiştirilebileceği kanaatine vardım. Orman İşletme Müdürlüğünden temin ettiğim 3000 adet çam fidanını 50 civarındaki öğrencilerim ve köyden davet ettiğim 20 – 30 civarındaki delikanlıyla iki günde diktik. Hedefimiz büyüktü, milli şairlerimizden Mehmet Emin Yurdakul’un “Sakın Kesme” şiirindeki şu mısralardan;
“Hem dünyada en birinci borç değil mi her kula,
Bir tohumu fidan yapmak, fidanı da bir orman?
Eğer böyle olmasaydı ne kalırdı oğula:
'Mirasımı artır' diye öğüt veren Atadan?”
Evet bu sözlerden ilham alarak, küçücük fidanları orman yapmaya azimliydik. Hala daha o öğrencilerimi, o yüreği vatan sevgisiyle çarpan delikanlıları özlemle anıyorum.
Şimdi de beni endişelere garkeden ve bir zamanlar gençlik heyecanıyla şahlanan duygularımı dile getirmeme vesile olan Rahşan Gülşan’ın ibretlik yazısını bilgilerinize sunuyorum.
KESEMEZSEN YAK GİTSİN ADRASAN'I!
Yanıyoruz, ciğerimiz yanıyor.
Kesiyorlar, kanımız akıyor.
Ama verdikleri zararın farkında bile değiller.
Antalya bitmiş, Antalya kan ağlıyor. Turist yok.
Kıyıya paralel Çin Seddi gibi dökülen beton oteller bomboş.
Zamanında portakal bahçelerinin, muz ağaçlarının olduğu yerlerde açık büfeler var.
Ve şu anda tamamına yakını boş…
Oysa bu cehalet dolu zihniyet durmuyor.
Daha önce bir kısmını yaktığı ormanın geri kalanını yakmak için devrede.
Biliyor ki nasılsa “Orman vasfını kaybetmiş hazine arazileri” bıdı bıdı diye bir düzenleme çıkıverir torbalardan.
Toprağın orman yaratma vasfını kaybettiği nerede görünmüş bilinmez, yakar bizimkiler bu garantiyle.
Beton dökmek, beton yemek, beton içmek isterler.
Adrasan yanıyor ben bu satırları yazarken. Yazık bu güzelim ülkeye, yazık bize.
Faili bilinen bir cinayettir bu. Ülkeyi yönetenlerin her daim destek olduğu…
Ceremesini hep beraber çektiğimiz, çekeceğimiz…