Avrupa Birliği'ne girdik gireli şunun şurasında on yıl olmuş, ortalık gene de dedikodudan geçilmez halde. İki binli yılların başlarında "Ne olacak bu memleketin hali ?"sorusunun yerini "Ne olacak bu AB'nin hali?" sorusu almış durumda.
İki gurbetçimizi kameralı telefonları ile Almanya'daki akrabalarıyla dertleşirken bulduk biz gazetemiz adına sorduk,onlar kendi adlarına ister istemez, güzel hatırımız için cevaplandırdılar.
"Yüzünüzden düşen bin parça. Ne iş hem şehrim?"
"Şu avrupalıların işine akıl sır erdirilecek gibi değil gazeteci kardeşim!.."
Bizimle konuşan gözlerini bizden kaçırırken öteki havadaki bulutları sayıyor, uçurtmaların arasındaki mesafeleri hesaplıyor adeta.
"Biz kendi aklımızı beğenmeyip peşlerine takıldık. Bizi bizden daha iyi anlarlar, bizi bizden daha iyi yönetirler diye düşündük. Rica minnet onlarca taviz verip birliğe yıllar sonra dahil olabildik."
Geç bulduk çabuk mu kaybettik dercesine soruyoruz bu defa: " Ne yani şimdi bizi beğen miyorlar mı? Bizi sevmiyorlar mı ?"
Muhatabımız bu defa sinirlenerek gözlerini gözlerimize dikiyor.
"Yirmi yıl önce televizyon kanallarından birinde Avrupa Yakası diye bir dizi vardı. O dizideki çubuk pijamalı Gaffur gibi konuştun. Bizi sevmesine seviyorlar. Gıpta edip beğeniyorlar. Onların gençleri bizim gençlerle bir araya geldiklerinde dinçleşiyor. Onların yaşlıları bizim gençlerimizin çalışkanlığı sayesinde ayakta duruyor, yatalakları mışıl mışıl yün yataklarda uyuyor, rengarenk meditasyon rüyaları görüyor. İşin aslı şu ki artık onlar bizi değil birbirlerini sevmiyorlar.(Kazan çömlek patladı)deyip ortaklığı dağıtmanın yollarını arıyorlar. Cümle alem biliyor ki Güney ve Kuzey kutbundaki buzullar çok yakında eriyecek. Bu yüzden bütün dünyada, denizle kıyısı olan ülkeler, elli-yüz metre yüksekliğinde otuz-kırk metre genişliğinde bütçelerine göre dev setler inşa etmeye başladılar."
"Desene her yerde yeni Çin setleri yapılıyor"
"Eh öyle sayılır. Başta Hollanda olmak üzere toprak yüzeyi alçakta olan birlik ülkeleri deniz suyu taşkınlarına maruz kalmamak için hayli ödenek aldılar AB fonundan. Birlik bütçesi iflas noktasına geldi .AB ülkeleri Türkiye'den satın aldıkları Manavgat Suyunun aylık taksitlerini aksatmaya başladılar. Uzay araçlarına yakıt yapabilmek için bizden aldıkları bor madeni paralarını da allem edip kallem edip kaç aydır vermiyorlar. Bizden satın aldıkları meyve ve sebzelerin, ödenilmeyen parasal değerlerini söylesem şaşarsınız. Dudaklarınız uçuklar. Kışlar ılıman geçtiği için Rusya'dan, İran'dan doğru dürüst doğal gaz da almıyoruz eskisi gibi. Onlar borçlu biz alacaklıyız. Burnumuzu soktuk bir defa. Çıkarabilirsen çıkar oranı buranı bu birlikten. Bunu da biliyorsunuz sanırım."
"İyi de kardeşim madem Avrupa Birliği on beş -yirmi senede böyle sorunlarla karşılaşacaktı,şirazesi caaart diye dağılacaktı da biz ne diye girdik bu birliğe, ha niye girdik. Gireceğiz diye on yıl uğraş ver, dağılırsa ne yaparız diye yıllar sonra kara kara düşün"
"Valla gazeteci kardeş biliyorsun meşhur bir söz vardır "Dün dündür, bugün bugündür" diye. O günkü şartlar öyleymiş. Büyüklerimiz öyle karar vermişler. Girelim mi girmeyelim mi oylamasına katılım yüzde doksan beş olmuş. Katılanların yüzde doksan altısı da hangi akla hizmet ettilerse evet demiş. Babam da dahil oy verenlere, amcam da, dayım da. Ne güzel demiş atalarımız.(Amcam, dayım, aldım payım" diye.
Aklıma bir fıkra geldi. Anlatayım da gazetende yaz. Bu fıkra buna benzer şaşkınlıklar ve alelacele verilmiş kararlar için uydurulmuş. Geçmişte anlatılırdı. bak şimdi size anlatıyorum. Bizde bu akıl fikir böyle olduğu müddetçe daha çook anlatılır çoook...
Köyün ağası faytondaki koltuğuna yaslanmış. Kahyası Temel dizginleri elinde atları kamçılayıp faytonu sürmekte. Kasabaya inip çiftliğin ihtiyaçlarını satın alacaklar. Köyden beş altı yüz metre henüz uzaklaşmışlar. Ağa bir bakıyor ki ne görsün, az önce geçen birilerinin büyükbaş hayvanı def-i hacetini gidermiş ,yere bir şeyler kondurmuş. Aklına hemen bir cinlik gelmiş. Temel'e takılmış.[Bana bak Temel yerdeki öbeği yersen fayton senin]demiş. Temel düşünmüş taşınmış on -on beş sene para biriktirse böyle bir faytona sahip olması mümkün değil.[Yerim ağam]deyip inmiş aşağıya, silip süpürmüş yerdeki tezeği. Arka koltuğa bu defa Temel geçmiş. Ağanın elinde dizginler, kasabaya girip alacaklarını almışlar. Dönüş yolunda köye yakın bir yerde ağanın canı sıkılmaya başlamış. Köye bu şekilde dönmeyi şanına yakıştıramamış. Temele dönerek:[Temel faytonu bana sat, kaç para istersen iste vereyim ]demiş. Temel gayet nazlı bir vaziyette[Aldığım fiyata olur ağam ]demiş. Ağa başlamış yerlerde bir öbek tezek aramaya. Şansına denk de gelmiş önceki öbek gibi bir öbek. Hemen inip sağına soluna bakınmış, bir görenin olmadığına kanaat getirince öbeği yemiş bitirmiş. Atları süren, faytonu idare eden Temel Ağasına dönerek sormuş:[Ağam ben bu yaptığımız işten bir şey anlayamadım]demiş.[Kasabaya giderken bu fayton senindi. Köye dönerken bu fayton gene senin. Aha onca moku biz niye yedik öyleyse, bir türlü anlayamadım.]...
Mehmet Sadık MEDİN 08 Ocak 2007 Fatih/İSTANBUL