Yıl 1971, mevsim kışın tam ortası, İstanbul’un meşhur sert lodosu ortalığı kasıp kavuruyor. Ağaçlar devrilmiş, çatılar uçmuş, deniz adeta kudurmuş, hayat felç olmuş, böyle bir İstanbul gününde üç beş arkadaşımla Kadıköy’den kalkıp Taksim’e gelmiş ve bugün Lütfi Kırdar adıyla anılan o günkü adıyla Spor ve Sergi Sarayında kutlu bir amaç için düzenlenen bir toplantıya katıldık. Malazgirt Zaferi’nin 900. yılını kutlamak için bunca zahmete katlanmıştık. Hayatımın en önemli ve unutulmaz günlerinden birini yaşamıştım o gün. Önce Türk’ün Başbuğu Alparslan Türkeş’i ilk kez görüyor ve bu kadar yakın oluyorduk.
Salon tıklım tıklım dolu ve oldukça coşkuluydu. O güne kadar Sovyetler Birliği’nin 16 federe devletinden biri olarak bildiğimiz Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızıstan ve Tacikistan’ın gerçekte öz be öz kardeşlerimiz olduğunu orada görmüş ve yaşamıştık. Müziğiyle,sporuyla, folklörüyle, kılık kıyafetiyle, gelenek ve görenekleriyle, velhasıl herşeyleriyle bizlerden biriydi adeta bu topluluklar.O gün Şeyh Şamil’le gururlanmış, Balalaykayla, Balamışkin ile coşmuş, Azeri müziği ve halk oyunlarıyla gönlümüzce eğlenmiştik.
Mutlu geçen bir gecenin ardından Kadıköy’e ulaşabilmek için zorlu bir yolculuk başlamıştı. Lodos nedeniyle Karaköy– Kadıköy vapur seferlerinin iptal edildiğini öğrenince tek yol kalmıştı; o da Kabataş’tan Üsküdar’a geçip oradan da Kadıköy’e taksiyle ulaşabilmekti. Öyle de yaptık. Hatırladığım kadarıyla biz Kadıköy’e geldiğimizde saat gece 02:00’ye ulaşmıştı. Oradan da yine bir başka taksiye binip yatılı okuduğumuz okulumuzun bulunduğu Göztepe’ye gitmemiz gerekiyordu. Taksi bulmakta zorluk çekince, beklide öğrenci bütçemizin elvermemesi nedeniyle soğuğa ve fırtınaya aldırış etmeden 4-5 km’lik yolu yaya olarak katetmek zorunda kalmıştık. Yine çok iyi hatırlıyorum okulumuza vardığımızda saatler gece 03:00’e ulaşmıştı. Yaşadığımız mutluluk çektiğimiz sıkıntılara değdi diyerek yorgunluğumuzu çabucak unuttuk.
Rahmetli Başbuğ’u son kez Seferihisar’da yapılan bir salon toplantısında görmüştüm. Bu toplantıdan kısa bir süre sonra Başbuğ hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Rahmetli Başbuğ’un Türk alemine hizmetleri unutulacak gibi değil, kurduğu parti ve bu partinin üstlendiği misyon da Türklüğün ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin sigortası gibidir. MHP var oldukça, misyonunu göz ardı etmedikçe Atatürk’ün bize emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti ilelebed yaşayacaktır.
Bu partiye köklü bir gönül bağı olan bir kişi olarak partinin PKK güdümündeki bir partinin gerisine düşmesinden son derece rahatsızım ve büyük üzüntü duymaktayım. Bu partiye bu denli sevdalı olan biri olarak partinin bu gün düştüğü durum hakkında söz söyleme hakkım olduğunu düşünüyorum.
Bu parti çok daha yükseklerde olmak zorundadır. Ülkemizin felahı için bu partinin marjinal bir parti görünümünden çok acele çıkarak bir kitle partisi haline gelmesi kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Bunun çaresi vardır.Çare; yönetimin acilen değişmesidir. Bugünkü yöneticiler bu partiye son bir hizmet yapmak istiyorlarsa olağanüstü kurultayın önüne engel koymak değil, kapılarını açmaktır.
Bu konuda görüşlerimi ayrı bir yazı ile dile getireceğim.