Son günlerde kamuoyunun en çok bellediği kelimelerden biri de “kayyum veya kayyım oldu. Nedir kayyum veya kayyım ; Türk Dil Kurumuna göre, belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse şeklinde ifade ediliyor.
Bir kişi veya bir kurum mal varlıklarını yönetmekten acze düşerse veya ekonomik yönden batma noktasına gelirse mahkeme kararıyla bu işleri yürütmek üzere görevlendirilen konusunda uzman kişilere “Kayyım” denir. Kayyım görevine başlarken usulune uygun yemin eder. Bu yeminle kayyım üzerine aldığı mal varlıklarını dürüstlük ilkesinden sapmadan, bencilce ve hoyratca kullanmadan, basiretle idare edecek kişi demektir.
Şimdi gelelim bu günkü kayyım atamalarına ve atanan kayyımların ettikleri yemin üzerine görevlerini ifa edip etmediklerine: Mahkeme kararlarına vatandaş olarak elbette saygımız vardır veya olmalıdır. Çünkü “adalet mülkün temelidir” diye düşünenlerdeniz, biz bu kararları tanımıyoruz, saygı da duymuyoruz diyecek noktada değiliz. Biz her hakimin görevini yaparken anayasaya , yasalara ve vicdani kanaatlerine göre hüküm tesis ettiklerine inanmak istiyoruz. Bu hassasiyeti göstermiyorlarsa kendilerinin bileceği iştir deriz ama bunun vebalinin çok büyük olacağını söylemeyi de bir vatandaşlık borcu olarak görürüz. Bu kadar da hakkımız elbette vardır. Yargı mensupları da zaten biz “Türk Milleti” adına karar veren kişiler değil midir?
Bu duygularla son günlerde cereyan eden hadiseleri gözlemlediğimizde gidişatın yasalara uygun olup olmadığına pek akıl erdiremiyoruz ama vicdanları yaraladığını, bir takım yanlışlıklara düşüldüğünü üzülerek söylemek zorundayız.
Kendi kendimize soruyoruz? “Daha düne kadar can ciğer kuzu sarması olan Hükümetle (Özellikle Cumhurbaşkanıyla ) Cemaat diye adlandırılan bir gurup arasındaki bu kıyasıya mücadele nereden kaynaklandı? 17- 25 Aralık soruşturmaları bu kavganın daha doğrusu bu savaşın sebebi olabilir mi? Daha dün “Ne istediniz de vermedik diyen bir Cumhurbaşkanının şimdi ne oldu da bunlar hain, inlerine kadar gireceğiz, bunlar silahlı terör örgütü, paralel yapı diye nitelendirilmesini vatandaşlar olarak şaşkınlıkla izliyoruz.
Ve hemen ardından Cumhurbaşkanının bütün bu söylemleri olmasaydı bu kayyım atamaları söz konusu olabilir miydi, diye kendi kendimize sormadan edemiyoruz.
“Bank Asya battı batacak” dendi hemen bankaya el konuldu, kayyım atandı. Bankanın satışa çıkarılacağı söyleniyor. Koza – İpek gurubuna kayyım atandı ertesi gün gazeteleri yandaş basın kuruluşları haline getirildi, kapatıldığını duyuyoruz. Zaten yeterince yandaş gazete var, hiçbiri de yeterince okuyucu bulamıyor Cemaate yakın olduğu söylenen 16 TV uydu yayınından atıldı. Cemaat okullarına, dershanelere inanılmaz baskılarla girildi. Merdiven basamakları 18 cm mi yoksa 20 cm mi ? diye ölçümler yapıldı. Hepsi birer şifa yurdu titizliğinde çalışan şifa hastaneleri kapatıldı veya el konuldu. Özel üniversitelerin ve vakıf üniversitelerin kolaylıkla kapatılabilmesi için yasal değişikliklere gidildi. Yakında Şifa Üniversiteleri başta , bazı üniversitelerin kapılarına kilit vurulursa inanın şaşırmayacağız.
Ergenekon, Balyoz davaları başta olmak üzere TSK’ne kurulan kumpaslarda dilimiz döndüğünce yaşanan rezilliklere karşı çıkmıştık. Şimdi de bu kumpasın bir parçası olan Paralel yapıya yapılanlara bir mana veremiyoruz. Oh olsun da demiyoruz. Kumpasçılara kumpas kuruluyorsa Allah yardımcınız olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
Etme bulma dünyası bu, bu gün kendilerini çok güçlü zannedenler de bir gün hukukun şefkatli kollarına sığınmak mecburiyetini hissedebilir.
Unutmayalım ki; “Ne bu taht ve saltanat Sultan Süleyman’a kaldı, ne mahkemeler kadılara mülk oldu.”