Daha Kurtuluş Savaşımızın ilk yıllarında kabul edilen 1921 Anayasamızın birinci maddesi, yazımın başlığındaki ifade ile başlar. Bugünkü dilimizde söylersek “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”demektir.
Mutlak hakimiyetin hüküm sürdüğü bir ülkede, bir toplumda egemenliğin millete ait olduğunu ifade etmek, millete olan güvenin ve saygının göstergesidir. İşte yıkılmakta olan bir devletin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyetinin temelleri millet egemenliğine dayanır.
Yeni Türk devletinin kurucusu büyük önder Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu ilk günlerden itibaren siyasal iktidarın meşru kaynağının millet olduğunu ısrarla vurgulamış, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkesini gönüllere ve kafalara yerleştirme yolunda çaba göstermiştir. Atatürk “ Millet egemenliği öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir , tac ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdur.” Diyen o yüce önder yeni Türk Devletinde egemenliğin millete ait olduğunu tescilleyen TBMM’sini daha kurtuluş mücadelemiz devam ederken 23 Nisan 1920 tarihinde açmıştır. Daha sonra bu tarihi günü geleceğimizin teminatı çocuklarımıza Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak armağan etmiştir. Dünyada çocuklarına bayram armağan eden tek devlet Türkiye Cumhuriyetidir. Türk çocukları bu mutlu günü dünya çocukları ile paylaşıyor. Bu durum gerçekten mutluluk verici, ancak ben konuyu bugün bir başka yönüyle irdelemek istiyorum.
Egemenliğin tecelli yeri olması gereken TBMM’sinde egemenliğin millete ait olup olmadığı konusuna değineceğim. Mevcut seçim sistemiyle TBMM, milleti gerçek anlamda temsil etmekten uzaktır. 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan ve yönetimde istikrar düşüncesiyle %10 gibi dünyada benzeri görülmeyen bir seçim barajı sayesinde %36 oy alan 1983 seçimlerinde ANAP % 60 milletvekiliyle temsil edildi, 2002 seçimlerinde de AKP % 34 oyla mecliste % 67 gibi bir temsilci kazandı. Bir başka deyişle yönetimde istikrar uğruna temsilde adalet feda edildi. Milletin iradesi TBMM’sine yansımadı . Darbe yasalarını kaldıracağız iddiasıyla iktidara gelen AKP işine gelen ve tepe tepe kullandığı seçim barajı, YÖK Kanunu, RÜTÜK Kanunu, Anayasada Cumhurbaşkanına tanınan geniş yetkilere hiç dokunmaya niyeti yok. Hem darbe ürünlerinden faydalanacaksın, hem darbe karşıtlığı yapacaksın.Bu nasıl darbe karşıtlığı anlayan beri gelsin.
Diğer taraftan anayasamıza göre egemenlik millet adına Yasama, Yürütme ve Yargı organları olmak üzere üç organ tarafından kullanılması gerekirken bu üç yetkiyi de tek elde toplama azmi ve kararı egemenliğin halk tarafından kullandırılmadığının göstergesidir.
Ben getirmedim deyip te seçim barajından nemalanma kurnazlığıyla sürdürülmekte olan seçim barajının nelere kadir olduğunu veya olabileceğini çarpıcı bir örnekle gözler önüne sermek istiyorum. Farz edelim ki seçimlere altı parti girdi, A partisi % 9.99, B partisi % 9.99, C partisi %9.99, D partisi %9.99, E partisi de %9.99 oy aldı. Bu beş parti toplam %50 ‘ye yakın oy almasına rağmen mevcut baraj yüzünden hiç milletvekili kazanamadı ve parlamentoda temsil edilemedi. F partisi ise %50 yi biraz aşan oyu ile TBMM’sine mevcut 550 milletvekilinin tamamını kazandı. Böyle bir rezalet karşısında egemenliğin millete ait olduğunu söyleyebilir miyiz? Böyle bir sonucun hakkaniyetle bağdaşır bir yanı olabilir mi?
Sadece yönetimde istikrar diyerek temsilde adaleti göz ardı eden düşünce ile egemenliğin millete ait olduğunu savunmak mümkün değildir.
Anayasadaki olağanüstü yetkileri yeterli bulmayıp tiranlık, diktatörlük yetkilerine varacak Türk tipi başkanlık sistemini getirecek bir Anayasa değişikliğini talep etmek vatanseverlik falan değil doyumsuzluk ve egoizmin tezahürüdür. Türk Milletinin bu yetkiyi asla vermeyeceğine inanıyorum. Yanılır şaşırır da böyle bir fırsatı yaratırsa kendi egemenliğinin ruhuna Fatiha okutacak bir sonu hazır lamış olur.