Suriye’den ülkemize iltica edenlerin sayısı resmi rakamlara göre bir milyona dayandı. Dile kolay bunca insanı barındırmak, doyurmak, diğer tüm ihtiyaçlarını karşılamak marifet ve güç ister. Bu misafirlik üç beş günlük değil, belki de ömür boyu sürecek, sayıları da doğumlar sonucunda gün be gün katlanarak artacak.
Başbakanımız Suriye’deki muhalifleri destekleyip “ Gel ne olursan ol yine gel, kapımız herkese açık” deyip kapıları ardına kadar açtıktan sonra ülkemiz adeta yol geçen hanına dönmüş vaziyette. Kendi insanını yeterince ve gereğince doyuramayan Türkiye bu insan akını karşısında elbette sıkıntıya düşecekti ve bu sıkıntı tüm haşmetiyle yaşanmaya başlandı. Ne yapalım bu insanları ölüme mi terk etmeliydik? Elbetteki hayır. Türk milletinin hasletlerinden biri darda olanın yardımına koşmak, zulme uğrayanın elinden tutmaktır. Ama en akılcı olan yanı başımızdaki yangına körükle gidip zıtlaşmaları arttırmak değil, komşunun hatalarını yüzüne vurup bu hatadan dönmesi için itidal tavsiye etmek olmalıydı. Biz üç kıtada hakimiyet kurmuş bir devletin mirasçıları olarak duraklama ve çöküş yıllarında bir çok göçe şahit olmuş ve bunun ızdıraplarını yaşamış bir millet olarak vatanından kopmanın, yerinden yurdundan olmanın acılarını çok iyi biliyoruz.
Son iltica dalgası tarihimizde yaşanan belki de en büyük iltica olayıdır. Bunun sıkıntısı bütün canlılığıyla ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu sıkıntı sadece sınır bölgelerimizde değil, ülkemizin her yerinde görülmektedir. İzmir bu ilticanın sonucunu en dramatik bir şekilde yaşayan şehirlerimizin başında gelmektedir. Bugün özellikle gecekondu semtlerinde bir çatı altı bulup barınmaya çalışan bu zavallı insanlar çoluk çocuk İzmir’in cadde ve sokaklarını parsellemiş hayır sahiplerinden gelecek üç beş kuruşa avuç açmaktadır. Bir başka sıkıntı iş konusunda, bu zavallı insanlar geçinebilmek için az çok demeden ne iş bulurlarsa çalışmaktadırlar. Geçenlerde İzmir’de bir dostumun ziyaretine gitmiştim. Yanı başındaki bir tekstil atölyesinde hep Suriyeli mülteciler çalışıyormuş. Neden dediğimde , “ucuza çalışıyorlar” dedi. “Hocam dün burada harp vardı, millet birbirini yiyordu adeta. “ diye ilave etti. Meğer patron ucuz işçi bulunca eski işçilerini işten çıkarmış yerine Suriyeli mültecileri koymuş. Kavganın sebebi buymuş. Velhasıl ortada bir realite var: Ekmek kavgası insanlığın en büyük derdi. Kim haklı diye sormayın galiba herkes haklı biri geçinebilmek için iş bulmak zorunda ötekisi de mevcut işini kaybetmenin ızdırabını yaşıyor. Patron mu? Galiba o da haklı, işini sürdürebilmek için maliyetlerini düşürmek zorunda .
Geçen Cuma camide hutbeden sonra imam “Kapıda Suriyeli mülteciler var onlara yardım edelim” dedi. Meğer bazı yetkililer bu insanlara” Gidin Cuma günleri Camilerde dilenin” şeklinde yol göstermiş. Devlet yetkilileri bu şekilde tavsiyelerde bulunma noktasına gelmişlerse bu bir faciadır. Cami kapılarında bizim yeterince dilencimiz yok mu? Burada izdihama sebep olursunuz beyler aman dikkat!
Peki Devletimiz bu insanlara hiç mi yardım etmiyor? Devlet mültecilere yetersiz bile olsa bir miktar maaş bağlamış, barınma için konukevleri inşaatı var, geçici olarak barınmalarını temin için çadır kentler kurulmuş, sağlık hizmetlerinden, eğitim hizmetlerinden faydalandırılıyor. Hatta bu hizmetler o kadar fazla ki pek çok vatandaşımız mültecilere sağlanan hakların kendilerine verilmediği şeklinde isyanları oynuyor. Ama yine yetmiyor. Bu yük devletimizin kaldırabileceği bir yük olmaktan çıkmış vaziyette. Geçenlerde yanılmıyorsam bir Fransız heyeti ülkemizi ziyareti sırasında mültecilere verdiğimiz hizmetten dolayı övgüler yağdırmış. Ya dostum övgüler yağdıracağına biraz de insani yardım yağdırsana. Hani diyorum 10 -15 bin mülteciyi ülkenizde ağırlasanız mesela. Yapamıyorsanız biraz maddi yardımda bulunsanız? Bu yükü insanlık olarak sadece biz mi çekeceğiz? Hani Müslüman Arap ülkeleri nerede? Bir eli yağda bir eli balda petrol zengini ülkeler nerde? Hani komşun aç yatarken tok yatan bizden değildi?
Yüzbin değil, mültecilerin onar binini İran’a, Sudi Arabistan’a, Katar’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne gönderelim diyorum. Ne dersiniz?