Bundan beş - altı yıl kadar önce çocuklarımı ve torunlarımı alıp Başkomutanlık Meydan Muharebesinin yapıldığı ve büyük zaferimizin kazanıldığı Dumlupınar’a gittim. Türkün kör talihinin ters yüz edildiği ve aydınlık ufukların ardına kadar açıldığı bu topraklarda Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ve kahraman şehitlerimizin manevi huzurunda bağımsızlığın, hürriyetin eşsiz lezzetini doya doya tattım. Burada yatan kahraman Mehmetçiğe ve onların değerli komutanlarına en derin saygılarımla şükranlarımı sundum. İyi ki vardınız, iyi ki bu zaferi kazandınız, bize dünyada benzeri olmayan bir vatan bıraktınız diye dua ettim.
Eskiden beri hatırlarım 30 Ağustos Bayramları yasak savmadan ibaret görülür ve zoraki kutlanırdı. Hele son zamanlarda ( Özellikle 15 Temmuz’a kadar ) içinde Atatürk’ün olduğu milli bayram ve önemli günlere adeta düşmanların günüymüş gibi bakılmaya başlanmıştı.
Ne büyük yanılgı, ne büyük ihanet, ne büyük nankörlüktü yarabbim. Çok şükür artık bu zilletten kurtulacağız gibime geliyor.
1922 yaz sıcaklığında kazanılan 30 Ağustos zaferimiz, kavrulan yüreğimize ferahlık veren yarınlarımıza ümitle bakmamıza sebep olan bu büyük zaferimiz olmasaydı neler olurdu bir de gönül gözüyle hep birlikte bakalım:
Gözlerinizi kapayın ve şöyle bir düşünün bakalım. Eğer 30 Ağustos muharebesi zaferimizle sonuçlanmasaydı, neler olacaktı bir gönül gözüyle görmeye çalışalım. Şimdi gözlerimizi açalım ve nasıl bir manzarayla karşılaşacaktık görelim, lütfen görelim ve ne mutlu bize ki biz böyle bir zillete düşmemişiz diye önce Allah’a şükredelim ve kurtulmamıza sebep olan başta Atatürk’ümüz olmak üzere bütün kahramanlarımıza saygı ve minnettarlığımızla hayır dualarımızı esirgemeyelim.
Evet neler olacaktı neler? Bu büyük zaferimizi kazanmasaydık bakın neler gelecekti başımıza:
Uşaklılar 1 Eylül’ü, Ödemişliler 3 Eylül’ü,biz Tireli ve Bayındırlılar 4 Eylül’ü, Torbalı 7 Eylül’ü, Selçuk 8 Eylül’ü Batı Anadolu’nun bütün kasaba ve şehirleri kurtuluş günlerini bayram olarak kutlayamayacaktı.
İzmirliler olarak hep birlikte 9 Eylül’ü kurtuluş günümüzü olarak kutlayamayacaktık.
Türkiye’nin tapu senedi hükmündeki Lozan Antlaşması yerine yurdumuzu paylaşma daha doğrusu yağmalama anlamına gelen Sevr Antlaşması yürürlüğe girecek ve Yaşadığımız bu topraklar ( EGE, Marmara ) Yunanistan’ın , Akdeniz Bölgesi İtalyanların, Adana – Antep bölgesi Fransızların, Güneydoğu İngilizlerin eline geçecek, Doğu’da Bir Büyük Kürdistan, Kuzey Doğu ve Doğu Anadolu’da Büyük Ermenistan Krallığı, Doğu Karadeniz’de ise bir Pontus Rum Devleti kurulacaktı., Trakya Yunanistan’a , Boğazlar ve Marmara Bölgesi İngiliz ve Fransızlara teslim edilecekti. Biz belki bu topraklarda yaşıyor olabilirdik ama ikinci, üçüncü sınıf azınlık olarak, her türlü baskı ve zulüm altında yaşayacaktık.
30 Ağustos olmasaydı, bu topraklarda şanlı bayrağımız dalgalanmayacaktı, istiklal Marşımızı göğsümüzü kabartarak söyleyemeyecektik, ezan sesine hasret kalacaktık, dilimize dinimize, inancımıza müdahale edilecekti.
Belki de İç Anadolu’nun bakımsız, çorak bir köşesinde ezilmiş, itilmiş bir milletin ferdi olarak yaşayacak ve şu anda serbestçe dolaştığımız güzel yurdumuzun bir çok köşesine tıpkı Yunanistan’a, Fransa’ya, İngiltere’ye gider gibi çuvalla vize ücreti ödeyip turist olarak gelebilecektik.
Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti adıyla bir devlet olmayacaktı. Suyunun suyu çıkmış, çökmüş batmış bir Osmanlı kalıntısı devletimiz Anadolu’nun bir köşesinde sığıntı gibi duracaktı.
Atatürk ilke ve inkılapları gerçekleşmediği için hala Arapça harflerle okuyup yazmaya çalışacaktık. Halkın pek anlayamadığı güzel duru Türkçemiz yerine ağdalı, çeşitli dillerin boyunduruğu altında bir Osmanlıca dilini konuşup yazmaya devam edecektik.
Şeri hukuk hüküm sürüyor olacaktı. Kadınlarımız miras hukukundan yarı yarıya faydalanacak , kocalarının dört eşinden biri olacaktı. Yüzleri peçeli, siyah çarşaflar içinde dünyayı dar bir pencereden bakıyor olacaklardı.
Kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı ne kelime? Belki de nüfus sayımlarında insan yerine bile koyulmayacaklardı. Yakın zamana kadar Sudi Arabistan’da olduğu gibi araç bile kullanma fırsatı bulamayacaktı. Eşlerinden en az üç adım geriden halayık gibi gideceklerdi.
Millet değil ümmet olacaktık. Devlet işleri çağdaş hukuk kuralları ile değil, dini kurallarla yürütülecekti.
Yönümüz batıya değil, Doğuya doğru yönelik olacaktı. Hak hukuk arama fırsatı bile bulamayacaktık.
Takvim, saat, ölçü ve tartı birimleri, dünya milletlerinin pek çoğunda kabul görmüş bu günkü şeklinde olmayacaktı.
Medeni hukuk değil, dini kurallara dayanan mecelle adlı hukuku sitemi uygulanıyor olacaktı.
Ülkemiz uygarlık peşinde, aydınlık ufuklara doğru hızla koşan bir devlet yerine şeyhler,dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olacaktı.
Eğitimde kız erkek ayrımı yapılacak, okur-yazar oranı şimdiki gibi %90 – 95’lerde değil, Arapça ve Osmanlıca eğitim verildiği yıllardaki gibi % 5’lerde, bilemediniz % 10’lar civarında olacaktı.
Avrupa medeniyeti yerine yobazlık ve insan haklarıyla bağdaşmayan kurallarla yönetilen bir ülke durumunda olacaktık.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir, Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olarak kalmalıyım” diyen Atatürk’ümüzün bize özgürlük ve bağımsızlığımızı doyasıya tattırıp yaşattığı tarihtir 30 Ağustos.
Daha yüzlerce sonuç sıralamak mümkün, 30 Ağustos deyip geçmeyelim, bu zafer Türk tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu nedenle bu zaferimizin kıymetini bilelim ve yetişecek genç nesillere bunun önemini kavratalım.
“Biz Türkler, tarih boyunca hürriyet ve istiklalin timsali olmuş bir milletiz.” Unutmayalım ki bağımsızlık uğruna can vermesini bilenlerin hakkıdır.