Son zamanlarda kasabamıza bir UFO dadandı. Devamlı müşterimiz gibi değişik zamanlarda başka, başka kişilere görünmüştü hep. Eskiden uçan daire derdik uzaydan gelen hava gemilerine. Zamana uyduk, bu günlerde UFO diyoruz bu esrarengiz makinalara.
Bundan üç yıl önce mahalle muhtarımız Selim Selamet gecenin bir vaktinde dar yollarda yürürken yeni kazılan bir çukura düşer. Ayaklarını bedenini yoklar. Orasını burasını sıvazlar, ahhh, off.. ufff...ufff...türünden ağlamaklı sesler çıkarır. Canhıraş bir vaziyette barbar bağırır. İmdat ister medet umar, yardım bekler ama nafiledir. Kasaba ahalisi derin uykulardadır, uykuların en tatlısında renkli rüyalar görmektedirler. Hiç kimseden bir gram fayda yoktur. Ancak dünya yörüngesine henüz girmiş olan bir uzay aracı hızla kasabamıza ulaşır. Uff, uff, uff seslerine kayıtsız kalamaz. Sesler zaten tanıdık bir kasabadan gelmektedir. Büyük meydana yeşil mavi ışıklar saçarak acil gürültüsüz bir iniş yapar. İki yanında fosforlu ZIRT PIRT yazılarını gören muhtar UFO'dakilerden yardım diler.
Seri bir şekilde açılan kapıdan yere sarkan merdivenlerden başta kaptan Sorbi ve mürettebatı Habu ve Ne bu isimli canlılar iner.
Her üçünün göğüslerinin sol tarafında ZP harflerinden oluşan bir logo vardır. Kaptan Sorbi diğerlerinden daha uzun boylu ve atletik yapılıdır. Mürettebattan Habu, kaptana göre daha kısa boylu astenik yapılı hayalperest bir tiptir. Nebu ise kısa boylu duygusal davranışlı bir uzay canlısıdır. Ortak yönleri ise çok zeki ve çevik olmalarıdır.
Üç uzaylı, muhtar Selim Selamet'i gemilerine götürerek tedavi ederler. On on beş dakika geçer geçmez muhtar tamamen iyileşir. Eski neşesi yerine gelir. Misafirlerini ağırlamak için kasabanın tek sabahçı kahvesine davet eder. Teşekkürlerini art arda sıralar beş dakika kadar yürüyerek sabahçı kahvesine gelirler.
Uzaylılar tüm kasabalı tarafından tanındığı için kahvedekiler uzaylıları canı gönülden karşılarlar kimi çay kimisi de kahve söylerler. Muhabbetin koyulaştığı bir anda kaptan Sorbi söze girer: " Değerli dostlar, her gelişimizde bizi bi güzel ağırladınız. Sizden hiç bir zarar görmedik. Bizi her zaman dost bildiniz. Biz MAVRA gezegeninin canlıları olarak dünyanızda en misafirperver insanlar olarak sizleri gördük. Sizin Nasrettin Hoca'nız ülkemizde en tanınan insanların başında gelir. İyi ki sizleri tanımışız.
Tek bir kusurunuz, üç beş kişi bir araya geldiğinizde şu üç konuyu tartışma konusu yapmak. Yapmasanız dünyanın en iyi en çalışkan en zeki milleti siz olursunuz. Lafın burasında muhtar Selim Selamet itirazını beyan etti.: Kaptan o nasıl söz demin bizden memnun olduğunu söylüyordun Şimdi aklına ne geldi de kusur arıyorsun, hatamızı buluyorsun"....
"Hepinizi kast etmediğimi anlamalısın. Sözümü bitirmeden devreye girdin muhtar. Siz havadan sudan konuşurken iyi olmasına iyisiniz de, sıra paraya, siyasete ve dini inançları tartışmaya gelince cıvıtıyorsunuz.Elin üç koyunu, beş keçisi neyinize...Hem "zenginin parası züğürdün çenesini ağrıtırmış" dersiniz hem de kıyıda köşede el alemin malı parası hakkında havanda su döversiniz. Nasrettin hocanın bir fıkrası ülkenizde yapılan siyasetin röntgen filmidir. Bunu dahi hala fark etmediniz mi?
Muhabbetin tam bu anında bekçi Rıza söze bir giriş yaptı. "Nasıl bir filmmiş bu kaptan. Anlat ta anlayalım"...
"Adım Bisor, yani bana sorun, ben cevaplayayım. Nasrettin hocanız bir gün köyden şehre gelir. Pazarda alacağını alır, vereceğini verir. Karnı acıkmıştır, lakin cebinde sadece köye dönecek kadar yol parası kalmıştır. Helvacı dükkanının önünden geçerken gözü vitrine takılır. Tahin helvası, yaz helvası, irmik helvası arzı-endam etmektedir. Peynir yoğurt ekmek de cabası. Bir eksiklik kar helvasıdır, zaten mevsim de kıştır. Nasrettin hoca bulaşık yıkamayı göze alır. İçeri girip bir güzel karnını doyurur. Devamlı dükkanda kalacak değil ya. "Param yok bulaşıklarınızı yıkıyayım der helvacıya." Helvacının zaten bulaşık yıkayan bir elemanı vardır. Pata küte hocaya girişir. Yüzünün orasını burasını yara bere içinde bırakır. Siniri yatışınca bir güzel sarıp sarmalayıp "Haydi yoluna, bir daha karşıma meteliksiz çıkma" deyip hocayı uğurlar.
Nasreddin Hoca o günlerde geçerli olan bir araçla köyüne döner. Köyün girişindeki kahvede gelenleri gözleyenler, gördüklerine şehirden gelecek haberleri, tanıdıklarından gelen selamı sabahı sormaktadırlar.
Sıra en nihayetinde hocaya da gelir. "Hocam bu ne hal, yüzün gözün sarılı. Hayrola ne oldu, nasıl oldu hele bir anlat. Otur şuraya bir çayımızı iç anlat hele". Derler.. Nasreddin hoca soluklanır, çayını yudumlarken söylenir...
"Ben bu şehirlilerin hareketlerine bir anlam veremedim dostlar. Zorla, döve döve helva yediriyorlar." der.
Sadece sizin ülkenizde değil. Hangi ülkeye gitsek siyasilerin olayları hep böyle ters yüz şekliyle anlattıklarını gördük, dinledik. Sizler de siyasi konularda ,bilip öğrenmeden , iyice anlayıp dinlemeden, saza, söze sazan gibi atlıyor, birbirinizi yiyorsunuz ."....