Tarih, yaşanmış olaylar üzerine kurulur. Yaşanma sürecinde herhangi bir kurgu içermez. Öyleyse aksiyon açısından tarihsel olaylar tamamıyla nesneldir. Örneğin, Köy Enstitülerinin kurulması ve kapatılması yaşanmış olaylardır ve hiç kimse aksini iddia ederek böyle bir olayın gerçekleşmediğini söyleyemez. Fakat tarihsel olayların açıklanması ya da yazımı aşamasına gelindiğinde (Örneğin Köy Enstitülerinin işlevi ya da kapatılma nedenleri) tarihçiler çok farklı şeyler söylemektedirler.
Tarihçiler arasında bir uzlaşma görülememekle birlikte daha da ileri gidilerek öyle görüşler sunulur ki sanki sözü edilen tarihsel olaylar, birbirinden büsbütün ayrıymış izlenimi uyandırır. Öyleyse tarihsel olaylar objektif değil midir, bir başka deyişle herhangi bir bilimsel gerçekliği yok mudur? Hayır, tarihsel olayların bilimsel gerçekliği kesinlikle vardır fakat bu bilimsel gerçeklik, tarihsel olayların gerçekleşme aşamasındadır. Ne zaman ki bu tarih; açıklanma ya da yazım sürecine geldiğinde, gerçekleşme sürecinde son derece tarafsız olsa da, objektifliğini bir anda yitirir.
Örnekler, siyasi tarihe ya da daha kapsamlı söylersek ideolojinin içine ne kadar çok girerse tarihçilerin de o kadar çok bölündüğü açık bir sonuçtur. Öyleyse biz, tarihin gerçekliğini değil de tarihçilerin kişisel görüşlerini mi öğreniyoruz? İşte, Yeni Tarihçiler, bu soruya net bir biçimde "Evet" diyerek tarihsel gerçeklerin kurcalanmasına ve tarafsızlığından şüphe duyulmasına davet ederler. Bu mantıkla tarihi olayların yazılışında objektifliğini yitirdiğini ve yazarın kişisel görüşlerine büründüğünü söylerler. Peki, tarihi metinler yazılışları sırasında niçin tarafsızlıklarını yitirirler?
Tarihin tarafsız olmamasını bir nedene dayandıramayız. Tarihçi metnini oluştururken yaptığı seçimler ve içinde bulunduğu yaklaşımlarla, arşivlerin sessiz metinlerden kopardığı sözlere o güne kadar yüklenmeyen anlamlar yükler. Dil; bireylerin ideolojileri, yaşantıları, duygu durumları, kişilikleri ve psikolojik durumlarıyla çok yakından ilişkilidir ve elbette bu etkenler, kişinin anlatımını etkileyerek kişisellik katar. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama dönemini ele alan iki farklı tarihçi düşünelim: Tarihçilerden biri, eğer eleştirici ve sert bir mizaca sahipse ve aynı zamanda dünya görüşü olarak Osmanlı İmparatorluğu'na karşı olumsuz bir tavır takınmışsa büyük olasılıkla Osmanlı İmparatorluğu'nu yerden yere vuracaktır. Başka bir tarihçi de Osmanlı İmparatorluğu'na karşı hem ideolojik hem de duygusal bir yakınlık duyan romantik biri olsun. Aynı dönemi incelemesine karşın "X" tarihçisinden çok farklı olarak tatlı limoncu bir savunma mekanizmasıyla Osmanlı İmparatorluğunu eleştirmekten kaçarak olumlu özelliklerini ön plana çıkaracaktır. İşte buradaki gerek ideolojik gerek duygusal gerek psikolojik ve mizaçsal etkenler doğrudan dili etkileyecek ve tarihi, tarafsızlıktan çıkaracaktır.
Tarihin öznelliğinin bir başka nedeni de kurgusallığıdır. Bu görüşe göre yazar, bir yaşantıyı en küçük saniyesine kadar anlatamaz. Bunun yazıya geçirilmesi mümkün değildir. Zaten sanatın görevi bu da değildir. Sanatçı, o yaşantıdan seçme ve ayıklama yaparak geneli veya özü yansıtıcı şeyleri alır. Bu görüşe göre, bir yaşantıyı tüm detaylarıyla anlatmak tarihçilerin görevidir.
Örnek verecek olursak günümüzde bir tarihçi, Piri Reis'in yaşamını yazacak olsun. Bu günümüz tarihçisi Piri Reis'le birlikte ve aynı yıllarda yaşamadığı için olaylara tam olarak hâkim olma sorunu yaşayacaktır. Bu sorunu da ulaşabildiği tüm kaynaklara giderek yani birincil değil, ikincil kaynaklara ulaşarak adeta bir derlemeyle aşmaya çalışacaktır.
İkincil kaynaklar ise (örneğin tüm kitaplar) yorumsal ve kurgusallık içeren kaynaklardır çünkü Piri Reis'i anlatan tarihçiler onu kendilerince değerlendirerek ve boşlukları kendilerince kurgulayarak öyküleştirmişlerdir, zaten tümüyle objektif olarak yazmalarına olanak yoktur. Bu günümüz tarihçisi de öznel kaynakları okuyup kişisel bir biçimde değerlendirdikten sonra yine taraflı bir biçimde metne dökecektir.
Buradan hareketle şu saptamayı çıkarabiliriz: Bir yaşantıyı tüm detaylarıyla anlatmak mümkün değildir. Öyleyse taraflı olarak ortaya konan tarihsel metinleri okuyucu da kendi ideolojik, duygusal, psikolojik ya da mizaçsal özellikleriyle okuyup yine bu özellikleriyle yorumlayacaktır. Sonuç olarak kişiselliğin kat be kat arttığı bir süreç bu şekilde tamamlanmış olacaktır.
Dostlar, edebiyatla kalın ama umutsuz kalmayın!