Şehrin batıya açılan çıkış yolu yakınlarında bir park. Parkın orta yerinde Marmara Denizi’nin minyatürü fıskiyeli bir havuz . Havuzun on on beş metre güneyinde yaz kış çalıştırılan bir çay ocağı.
Yaz mevsiminin son günlerindeyiz. Günlerden çarşamba. Birbirinden beşer onar metre aralıklarla yerleştirilmiş on beş- on altı civarında formika kaplı masalar ve çevrelerine üçer beşer sıralanmış plastik sandalyeler. Masanın birinde dört kişilik bir aile. Diğer bir masada okullarından erken çıkmış ya da okulu kırmış üç kişilik öğrenci grubu, havadan sudan konuşmaktalar. Üç adet sırt çantası masanın tam ortasında ağzı var dili yok sadece dinlemede. Bir başka masada üç yetişkin, biri akıllı telefonuyla meşgul, diğeri gazetesindeki bulmacayı çözmekte, beriki bir not defterine bir şeyler karalamakta. Ve de Bermuda şeytan üçgeni gibi eşkenar üçgen şeklinde sacayağı konumunda birbirine yakın üç ayrı masada tek başına kendi halinde düşüncelere dalmış adeta boşlukta dolu bir şeyler arayan üç kişi.
Parkın dört bir yanı yetişkin çam ağaçlarıyla çevrili. İç kesimlerde tek tük akasya ağaçları ve daha çok gölgelik vazifesi gören dut ağaçları var.
Bu park bir zamanlar kentin eğlence merkezi idi. Bilhassa ramazan ayı boyunca özellikle bahar ve yaz aylarında bu parkta kent ahalisi şen şakrak günler yaşar ve kesintisiz eğlenirdi. Bayram sonrasında şenlik sona erer , çocukların balonları masmavi göğe doğru bilinmez yolculuklara çıkardı.Bayram sevinci bir sonraki bayrama ertelenirdi.Sonraki günlerde yetişkinler gündelik işlerine dönerler,büyükler için curcuna ve şenlik son bulurdu.
Bu parkın çay ocağında bayram havası yıllarca yaz ve kış hep devam etti. Eskiden büyüklerimiz; “Şerefu’l-mekân bi’l-mekin” yani, bir yerin şerefi, oradaki insan(lar)dan gelir, derlerdi. Bu mekanı mekan yapan burayı çalıştıran Veli Abi, güngörmüş, çalışkan, dürüst ve bilge bir kişiydi. Ağır başlı vakur bir karaktere sahipti. Mizahı sever, hiç kimseyi incitmeden şakalar yapar ve incinmeyecek şekilde yapılan şakalara katlanırdı.
Veli Abi orta boylu orta yaşlarda saçları epeyce ağarmış kültürlü bir kişiydi. Günlük gazeteleri takibeder, her hafta başında Akbaba Mizah Dergisi’nin çay ocağına gelmesini dört gözle beklerdi.Taşlamalı haşlamalı şiirler, mizahi öyküler ve karikatürler neşesine neşe katardı. Çay ocağı müşterilerine çok beğendiği karikatürleri gösterir “Bir karikatürist olsaydım şuraya iki adam daha çizerdim”, derdi. Bir başka gün öyküdeki bir kelimeye takılır ,”Helal be üstadım .Bu kelime buraya cuk oturmuş” derdi. Bir defasında Namdar Rahmi Karatay’ın 1952 yılında basılmış “GEÇTİ BOR’UN PAZARI” adlı şiir kitabını araştırıp buldurmuş. Kitap eline geçtiğinde adeta havalara uçmuştu.
“Bi dakika arkadaşlar bakın ne okuyacağım”,deyip ; “Namdar Rahmi Karatay’ın
GEÇTİ BORUN PAZARI başlıklı şiirini okumuştu.
‘‘Başta kavak yelleri estiği günler hani? / Umduğumuz neşeler, şerefler, ünler hani? / Beklenilen alaylı, şanlı düğünler hani?
Servi gibi ümitler döndü birer iğdeye, / Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye!......
Günler birbirine,isimler başka isimlere benzer, fakat bugün farklı bir günü yaşıyordu çay ocağı müşterileri. Yazın son günlerinin birinde Ali Abi’nin askerlik arkadaşı gelmişti çay ocağına. Gelen kişi konuşma tarzı davranışları ve mimikleriyle herkese tanıdık geliyordu.Mümtaz Bey kendisini ilgiyle izleyenlere dönerek; “ Günaydın arkadaşlar.Kendimi sizlere tanıtmayı unuttum.Askerlik arkadaşım Ali Bey’i arada sırada ziyaret ederim.Telaşımla sizlerle ilgilenemedim kusura bakmayın.Televizyon ekranlarında bir zamanlar şakalama proğramım vardı.Ordan bi göz aşinalığınız vardır mutlaka .Nasılsınız ?..”…Çay ocağı müşterileri birer ikişer gelip Mümtaz beyle tokalaştılar.Kimin aklında şaka proğramından birkaç enstantane varsa art arda sıralamaya başladı.Maksat tanışıklığı ilerletmek şakalanacak kişi bulup Mümtaz beyin işbirlikçisi olarak anılarda yer almaktı.
Bu sırada çay ocağının çırağı Takavit lakaplı, Ali Abi’nin yeğeni on bir- on iki yaşlarındaki Veli de gelmişti. Veli, kara kuru cılız fakat sağlıklı atletik bir çocuktu.Beş yaşında iken babasını bir trafik kazasında kaybetmiş Ali amcasını baba yarısı bilmiş bu yaşta çay ocağı denilen bu limana sığınmıştı. Annesi,ablası ve ağabeyi ile kente en yakın köyde yaşıyorlardı.Bir küçük bağları ile büyükçe bir zeytinlikleri vardı.
Takavit daha öncelerden tanıdığı Mümtaz beyin elini öptü.”Hoş geldin Mümtaz amca” diyerek halini hatırını sordu ve boşalan bardakları yıkamak için ocağa yöneldi.
Mümtaz bey çay ocağı ahalisine dönerek ; “ Arkadaşlar !... Fırsat hazır ayağınıza gelmişken işletmek istediğiniz, şakaya katlanabilecek türden biri varsa birlik olup işletelim mi?...”
“Neden olmasın”…”Var var hiç olmaz mı?”…”…”Üstadım havuzun kenarında tek başlarına ayrı ayrı masalara kurulmuş üç adet aday adayı var”…Mümtaz bey söze girerek,”Arkadaşlar bunlar problemli insanlarsa başımıza iş almayalım.”…”Almazsınız, sorun çıkmaz Mümtaz bey.Çıkarsa çıksın suç oluşursa biz kabulleniriz.”..”Hem böyle bir tiyatroyu bugün oynamayacağız da ne gün oynayacağız Mümtaz bey.” Der bir başkası. Bir diğeri “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” deyince Mümtaz bey harekete geçer.Ali Abi’nin yanına iyice yaklaşır kulağına eğilerek fısıltıyla “ Bunların seni kızdıracak sözlerini davranışlarını bi zahmet söyle bakalım” der.
Ali Abi de Mümtaz beyin kulağına bir şeyler fısıldar ve ocakta sipariş bekleyen yeğeni Takavit’e seslenir.
“Takavit gel evlat. İşini gücünü bırak acele buraya gel.Mümtaz amcana ve bana birer orta kahve yap önce.Arkadaşlara da birer çay benden.Sakın kimseden para alma.Çaylar müesseseden.Birer bardak da su vermeyi unutma.Malum kentimizin adetidir.”
“Tamamdır ustam. Çaylarrrrr….” deyip önce iki kahveyi ve iki bardak suyu amcasıyla Mümtaz beye getiren Takavit daha sonra çayları hazırlayıp dağıtmak üzere tekrar ocağa gider.
Çaylarını yudumlamakta olanlar kendi aralarında fiskosa başlamışlardır. Teker teker masalara sadrazam gibi kurulmuş tek kişilik ordularıyla baş başa kalmış bu üç kişi an itibarıyla çok önemlidir onlar için.Biri arpacı kumrusu gibi düşünmekte,diğeri dut yemiş bülbül gibi susmakta,öteki de su içen kuşlar gibi ara sıra başını havaya dikmektedir.
Ne diyordu bu kentin, İlhami mahlasıyla da şiirler yazan şairi… ! :
UMUTLAR
Kuşa döndü umutlar
Çırpınışından belli.
Kâh konup kâh uçuşundan,
Tepemize konuşundan belli.
Kuşa döndü umutlar,
Su içecekmiş gibi;
Başını kaldırışından belli.
Arpacı kumrusu gibi düşünüp
Dalıp gidişinden belli.
Kuşa döndü umutlar,
Orasından burasından kırpılıp;
Dut yemiş bülbül gibi,
Susup duruşundan belli...
Kahveler çaylar , üstüne üstlük sular da içildikten sonra Ali Abi Takavit’e seslendi.
“Takavit . Kallavi fincanda sade bir kahve yap tabağının kenarına tek şeker at , iki de demli çay yap gel.Yanlarında suları da olsun. Cevat, Cavit , Şefik amcalarına götüreceksin. Kahve Şefik amcanın. Mümtaz amcan bir şeyler verecek uğramadan gitme,tamam mı? “….”Tamamdır ustam.”…
Takavit askıya yerleştirdiği fincandaki kahve, iki bardakta iki çay ve üç bardak su ile Mümtaz beye yaklaşır. Mümtaz bey askıya bir şeyler bırakır bir heykeltıraş özeniyle üç parça nesneyi yerli yerince askıya yerleştirir.
Takavit gülmesini zor zapt ederek bir eli ağzında diğer eli askıda Bermuda Şeytan Üçgen’ine doğru yol alır.
Takavit önce Şefik beyin masasına yaklaşır. Ayak seslerinden Takavit’in kendisine kahve getirdiğini anlar . İstenilmeden gelen kahvenin eşantiyon olduğunu düşünerek Takavit’e gülümseyerek bakar.
Kahveyi içmek üzere fincanı ağzına doğru kaldırdığında tabakta bir masa saati çarkıyla 100 gramlık bir dirhem görür birden gülmekle bozulmak arasında bir mimik sergiler Takavit’e söylenir: “Ülen kılkuyruk (çelimsiz) Takavit, bu dirhem ne arıyo tabakta. Bu çarkın işi ne tabağın yanında. Ha, ne bu. Ustanın başının altından kalkmıştır mutlak bu hinlik, çağır bakem ustanı.”…”Çağırmasına çağırayım da sen her kahve söyleyişinde (Kahvem hem okkalı olsun, hem yandan çarklı olsun demiyon mu Şefik abi…”
Takavit bu defa Cavit beyin masasına yanaşır. Şefik beyin heyheylenmesinden huylanan Cavit bey merakla Takavit’in gelmesini dört gözle beklermektedir.O an geldiğinde Şefik bey de öfkeyle bağırıp çağırmaya başlar.”Takavit bu ne len. Bu ne diyom. Çayın yanında traş aynasının işi ne. Senin ustan kafayı yedi herhal. Töbe,töbe…”
Takavit Mümtaz amcasından dinlediklerini tekrarlar; ( Cavit amca , sen her çay söyleyişinde aynalı olsun aynalı olsun diye tembih etmiyo muydun? Bak saçın sakalın da uzamış.Bakkaldan jilet te alıp geleyim istersen..”…”Ulan Takavit şimdi bacaklarını kırmadan uza bakalım buradan.Ustanı çağır bana ustanı, asıl kabahat onda. Sana terbiye vermez,dalga geçesin diye garsonluk yaptırır.Çağır çağır Ali’yi, al voltanı ,hadi yallah yallah…”…
Sıra üçgenin son köşesine gelmiştir. Takavit, getirdiği son çayı Cevat beyin masasına bırakır. Cevat bey karşılaştığı manzarayı kibarlığı icabı gülümseyerek izler.”Ulen Takavit , ustan yine yapmış yapacağını. Ne diye uyarsın böyle şaklaban ustaya.Tabağın üstünde,bardağın altında bu hatun resminin işi ne? Bir zamanlar hercai idik anladık.Adımız çıkmıştı dokuza,hiç inmiyor sekize,öyle mi?”….”Öğle mi ikindi mi bilemem Cevat amca.Vakitten saatten de anlamam .Bir saatim bile yok.Sen her çay isteyişinde demez misin çayım nazlı olsun,cilveli olsun .Mümtaz amca da dünkü magazin gazetelerinin,birinden kestiği bu resmi verdi,ben de getirdim.Elçiye zeval olmaz.Mümtaz amcanın şakası.Olacak o kadar be Cevat amca,şaka şaka.”...Cevat Bey; ”Anlaşıldı anlaşıldı.Öbür masalara da ustan birer gölgelik yaptıracağına şakacıya iş birlikçi olmuş.Alacağı olsun .Ben bu şakanın öcünü onlardan almaz mıyım? Bak görürsün. Misafirini az önce çay ocağına gelirken görmüştüm.Mümtaz keratasını tanırım.Yıllarca televizyonlarda konserlerde gösterilerde komiklikler yapmıştı.Takdir ettiğim İyi bir sanatçı olduğu için bu defalık affediyorum, yaptığı şakayı kabulleniyorum lakin bir daha yapmasın emi.Belli bir yaşa geldik elaleme rezil olmanın alemi yok artık…
Mehmet Sadık MEDİN 26 Eylül 2019 TİRE