bağcılar escort

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş

Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Köşe Yazarı
Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
 

BİR CADDE ÜZERİNDEN TİRE’NİN DÜNÜ VE BUGÜNÜNÜ DÜŞÜNMEK

18 Temmuz 2024 Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu   Öyle bir cadde ki; Tire’yi kuzey-güney doğrultusunda tam ikiye bölüyor. İzmir’den gelenler kente mecburen bu caddeden girerler. İzmir treni de bu caddenin devamından kalkar. Kenti tam ortadan bölen Atatürk Caddesi’nden söz ediyoruz. İşte böyle önemli bir caddenin bir kıyısından Tire’ye bakarak kentin bugünü ile dününü anlamaya çalışalım.   Bu gün günlerden 21 Mart 2023 Salı. Aynı zamanda Tire’de özel olarak kutlanan Sultan Nevruz zamanı... Yani Tire’ye özgü baharı karşılama ritüeli. Yaygın olan söylenceye göre Sultan Nevruz kutlamaları, 1402’deki Ankara Savaşı sonrasında Tire’ye gelen Timur ve askerlerinden devralınan tarihi bir gelenek olarak hatırlanıyor. Bu özel gün için aynı haftanın Pazar gününde Tire boşalır. O gün yağmur da yağsa, çamur da olsa fark etmez. Bu gün ise, Ramazan’ın yaklaştığı ve Tire’nin Salı Pazarı’nın kurulduğu gün… O yüzden çarşının kalabalık olacağına dair bir öngörüye sahibim. Bu gerçeği gözlerimle görmek istedim. Kahvaltıdan sonra bu amaçla İstasyon Caddesi’nden güneye; Orta Park’a doğru hafif adımlarla yürüyüşe geçtim. Hedefim, çarşıya ulaşmaktı.   İstasyon Caddesi, son zamanlarda üst gelir gruplarının yaşadığı evlerle donatıldı. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde Tire’mize özgü iki katlı bahçeli binalarımız yaygındı buralarda. Sonraları bu binalar yıkılıp çok katlı apartmanlara dönüştürüldü. Bir zamanların Tire’sinde, sonra da tüm ülkenin gündeminde olan rahmetli Sadık Giz’in evinin önünden (Ev, yukarıdan bakıldığında D.P harflerinden oluşuyordu) bu düşüncelerle geçtim.   O yıllarda Sadık Giz Evi’nin karşı köşesinde Doktor Hadi Menzilcioğlu Evi ve muayenehanesi vardı. Hadi Bey’i Tireliler çok severdi. Pek çok insana dokunmuş ve şifa vermiş olan Doktor Hadi Bey’i elim bir trafik kazası sonucu kaybettik. Tire için büyük bir kayıptı. Daha sonraları oğullarının Amerika’da ve bilişim sektöründe büyük bir şirket kurduklarını duymuştum. Rahmetli Seha Gidel Hocam ona çok değer verirdi.   Bu karşılıklı iki evden sonra, bu kez tam güneyde Dr. Mustafa Kentli’nin evinin önünden geçtim. Mustafa Kentli kimdi derseniz; Attila İlhan’ın şu satırlarına kulak verelim o zaman:   ”…oysa ben, ‘Doğu (Şarkî) Türkistan’ sözünü duyar duymaz; yedi sekiz yaşlarında bir çocuğum; bu kelimeler, evin içinde dolaşıp duruyor; hele Vesil’ânım Teyze’ler misafirliğe gelince, annemle konuştukları hep bu; Şarki Türkistan‘da müsteşar filân olan Dr. Mustafa Bey (Kentli), İzmir‘e haber uçurmuş; ülkenin yönetiminde görevlendirmek için, Türk aydınlarını oraya bekliyormuş! Vesil’ânım, İzmir‘de ‘münteşir’ ‘Hizmet’ gazetesinin, sahibi ve başmuharriri Zeynel Besim Bey‘in (Sun), ‘refika-i muhteremesi’; Zeynel Besim, bir zamanlar mapushanelerin elinden düşürmediği ‘Çakıcı Efe’ romanının ‘müellifi’; ‘Serbest Fırka’cı bir zat; babam, aynı gazetenin ‘müdir-i mes’ûl’ü; zaten bu yüzden, ‘fırka’ kapatılınca, her ikisi de, cezaevini boyluyor…”   ”… ‘Şarkî Türkistan Efsanesi’, bu olaydan önce miydi, sonra mı; orasını hatırlamıyorum; hatırladığım, Vesil’ânım Teyze‘nin, muhtemel Türkistan macerasında, neler giyip neler yiyeceğimiz hakkındaki tahminleri; şen şakrak kahkahaları!.. Belki bu hatıra, o ülkenin işgali üzerine; Dr. Mustafa Kentli‘nin bilâhara, İzmir‘e dönerek; DP (Demokrat Parti-İF)/MP (Millet Partisi-İF) serencamına iştirak etmesi yüzünden!.. ‘Şarkî Türkistan’, belki de bu yüzden, hafızamda zamanla adeta bir çağrışım tetikleyicisine dönüşmüştür.”(1)   Bunları düşünerek yürürken, ben de Orta Park’a ulaşmıştım. Burada şunu söylemeliyim ki; ne yazık ki sözünü ettiğim bu iki katlı güzelim Tire evlerinin yerlerinde şimdi yeller esiyor. Hepsi çok katlı apartmanlara dönüştürülmüş durumdalar. Tarihe tanıklık eden ve kendilerine özgü mimarileri olan bu üç adet yapı keşke korunabilseydi.   İstasyon Caddesi’nin sonunda sizi Orta Park ve bu parktaki Atatürk Heykeli karşılar. Bu park, Cumhuriyet Meydanı olarak bilinir. Bu meydanın bana göre en anlamlı yapıtı, Belediye Mimarı Can Egeli tarafından tasarlanmış olan, Kurtuluş Anıtı’dır. 20 metre yüksekliğindeki beyaz mermerden yapılmış bu anıt, en yukarıda; eseri tasarlayan Mimar Can Egeli’nin isminin birinci harfi ile sonlanır. Mimar Can Egeli, 1952-1956 döneminde Belediye Başkanı Sabri Kurdoğlu’nun teklifi ile belediyeye girmiş ve Tire’de özellikle Zahire Loncası, Belediye Binası ve Tire Asri Mezarlığı’nın girişine diktirdiği anıtlarla bilinir. İstasyon Caddesi’nin sonunda sizi Orta Park ve bu parktaki Atatürk Heykeli karşılar. Bu park, Cumhuriyet Meydanı olarak bilinir. Bu meydanın bana göre en anlamlı yapıtı, Belediye Mimarı Can Egeli tarafından tasarlanmış olan, Kurtuluş Anıtı’dır. 20 metre yüksekliğindeki beyaz mermerden yapılmış bu anıt, en yukarıda; eseri tasarlayan Mimar Can Egeli’nin isminin birinci harfi ile sonlanır. Mimar Can Egeli, 1952-1956 döneminde Belediye Başkanı Sabri Kurdoğlu’nun teklifi ile belediyeye girmiş ve Tire’de özellikle Zahire Loncası, Belediye Binası ve Tire Asri Mezarlığı’nın girişine diktirdiği anıtlarla bilinir.   Cumhuriyet Meydanı’ndan doğuya doğru, Gökçen ve Ödemiş’e gidebilirsiniz. Yine batıya doğru ise, Selçuk ve Aydın’a gidilebilir. Atatürk ve Aydınoğlu Caddelerini kullanarak kentin merkezine ulaşılabilinir. Hükümet binası ve eski belediye binası da bu meydana bakan özgün yapılardandır. Eski belediye binasının önü son yıllarda iyi niyetli bir çalışmayla düzenlenerek Türk tarihinin önemli kişiliklerinin büstleri konulmuş durumda. Ayrıca çok sayıda oturma yerleri sayesinde insanlar için bir konfor alanı yaratılmış.   Eskiden bu meydanda yazlık Şehir Sineması vardı. Şehir Sineması, konforlu oturakları ve localarıyla mükemmel bir mekândı. Konserler başta olmak üzere; her türlü etkinlik düzenlenirdi burada. Dışarıdan şarkıcılar, türkücüler gelirdi. Yazlık sinema, her gece dolardı. Sade ve meyveli yerel gazozlar, biz çocuklar için vazgeçilmezdiler. Tire, o yıllarda Başargan gazozları ile anılırdı. Ne yazık ki yazlık sinema yerine kocaman bir beton yığını dikildi.   Yine bu meydanda ve meydan ile özdeşleşmiş Çavuşun Kahvesi vardı. Tire’nin en güzel ve gözde mekânı idi. Pek çok insanın buluşma yeriydi burası. Nargilecilerin, tavla ve dama oyuncularının da mekânıydı aynı zamanda. Kahvenin doğusunda postane ve onun bitişiğinde ise Tekel Binası vardı. Bu iki yapı arasında ise, Atatürk Parkı olarak da bilinen tarihi Havuzlu Park bulunuyordu. Burası, özellikle yukarı mahallelerin Pazar günleri koşarak geldikleri bir mekândı. Havuzlu Park’ın etrafında oturup, fıstık çekirdek yerler ve çaylarını içerlerdi. Ayrıca bu güzel meydanda milli bayramlar da kutlanırdı. Tütün satım günlerinde bu meydandaki Tekel Binası’nın önü insan kalabalıklarıyla dolardı. Bu satırları karalarken nasıl içimden bazen bir ah çekmek geliyorsa, bu satırları okuyan kardeşlerimin de aynı ruh hali içinde olduğundan eminim.   Bu güzelliklerin yaşandığı meydanı terk edip, Eski Belediye Binası önüne geldiğimde bir bank üzerine oturdum. Yönüm de zaten doğuya bakıyordu. Yani Atatürk Caddesi’ne… Bu caddenin en yukarıdaki bitim noktasından sola doğru dönülürse Derekahve’ye, sağa doğru dönülürse uzun İrim Sokak ile Havuzlu Kahveler’e ulaşılır. Ayrıca bu caddenin tam karşısında tarihi bir yapı olan Çatal Çeşme bulunur. Yıllarca suyu akmış olan Çatal Çeşme’nin altında yalak olarak İlkçağ’dan kalma bir lahit devşirme malzeme olarak kullanılmış. Özellikle Aydın yönüne doğru giden yüklü katırların su içtiği son noktadır burası.   Yine bu caddenin bitim noktasına yakın bir yerde; caddenin solunda Ulu Cami vardır. Ulu Cami’nin halk arasında kiliseden camiye dönüştürüldüğüne dair yaygın bir inanış olsa da, bunu doğrulayan izler ve kayıtlar mevcut değildir. Kitabesinin günümüze ulaşamamış olması nedeniyle, caminin ne zaman yapıldığına dair kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, kaynaklar Aydınoğulları’ndan Cüneyd Bey zamanında; 15.yy.da yapılmış olabileceğini belirtiyorlar. Evliya Çelebi’ye göre Ulu Cami, Birgili Derviş Ağa tarafından onartılmış ve kubbesi kurşunla kaplanmış. 1677 yılına ait caminin onarım kitabesinde şu ifadeler yer alıyor:   “İnayet irdi çün min indi Bâri İdüp tamirini bir Pirî fâni Ana Derviş Ağa hemnam olupdur Bilâd içinde Bikri hem mekânı Duası düştü şeyhin ana tarih Ana tamir iden emri ilâhi”   (Hicri 1088 / Miladi 1677)(2)   Ulu Cami’ye varmadan önce Terziler Hamamı yer alır. İbni Melek vakıfları içinde gözüken bu hamam, benim çocukluğumda faaldi. Kadınlar ve erkekler bölümü vardı. Özellikle köy düğünleri öncesinde; düğün sahipleri topluca gelirler ve hamam sefası yaparlardı. Bu ritüel, köy düğünlerinin vazgeçilmezi idi. Ne yazık ki bugün için bu gelenek de kalmadı. Hamam da zaten şu anda harap ve kurtarılmayı bekliyor.   Hamama gelmeden önce; hemen altında Bedesten bulunuyor. Son yıllarda oldukça iyi bir restorasyon süreci geçiren yapının dış çevresinde muhtelif dükkanlar yer alıyor. İçi ise, genellikle sergi ve benzeri kültürel faaliyetler için kullanılıyor. Bu yapının doğusunda Ali Efe Hanı ile Gazazhane Camii ve Yeni Cami görülmeye değer camilerden. İki cami de tarihi camilerimizdendir. Bu camilerin hafif kuzeyindeki Tahtakale Camii ve Tahtakale Meydanı ile bitişiğindeki Kutu Hanı ve Kapalı Çarşı tarihi yapılar ve mekânlardandır. Bu yapılar restore edilerek yeniden hayata kazandırıldı.   Bu bölge yakın zamanlara kadar Tire eşrafından tüccarların, Tahtakale esnafının ve geniş toprak sahiplerinin oturduğu bir muhit olarak bilinirdi. Bu yüzden bu bölgenin evleri de oldukça gösterişlidir. İki katlı ve en alt katı bodrum olan bu evlere; caddeden geniş bir merdiven ve görkemli bir kapı ile girilir. Merdiven sayısı oldukça fazla olan bu girişten sonra sizleri geniş bir salon karşılar. Bu salon, sağa ve sola doğru odalara açılır. Bu odalar, misafir odalarıdır. Ayrıca kayınvalide ile kayınpederin yatak odaları da olabilir. Üst katta gelin-damat ve çocuk odaları vardır. Salondan; girişin tam karşısından ise, evin arka bahçesine geçilir. Genelde Tire’nin bu eski evlerinin bahçelerinde asma, erik, yenidünya ve portakal ağaçları bulunur. Aynı zamanda, evin bahçeye çıkış kapısının tam karşısında da evin mutfağı vardır. Evin hanımı, burada yemeklerini hazırlar ve yemekler bu mutfakta yenilir. Bütün bu tarihi yapılar ile sözünü ettiğimiz gösterişli evler niye bu bölgede konuşlandırılmış; bakın sizlere anlatayım.   Yukarıdan, yani Derekahve’den aşağıya doğru gürül gürül akan derenin kenarında kurulmuştur bu tarihi yapılar ve güzel evler. Bu suyun sayesinde Tire yıllarca ekonomisini döndürmüş. Bilirsiniz Tire’de keçecilik ve tabakçılık çok meşhurdur. Özellikle tabakhaneler için akan su gerekir. Keçecilik ve tabakçılık, eskiden beri yakın zamanlara dek; Tire’de ekonominin bel kemiğini oluştururdu. Yüzlerce işçi bu zanaat için yıllarca bu yokuşta emek harcamış, çalışmış ve ekmeğini kazanmış. Ticari canlılık da bu kurumlar üzerinden dönmüş. Tarihi camilerin, Bedesten’in ve de hanların bu bölgede olması başka türlü nasıl açıklanabilir?   Rahmetli Seha Gidel Hocamız anlatmıştı; bir zamanlar belediye mühendisi (Erzin Bey derdi) bu caddeyi, kuzey-güney doğrultusunda açarken bazı tarihi yapıları da ortadan kaldırmış. Örneğin İş Bankası karşısındaki Bakır Han’ın (Kurşunlu Han) yarısı bu yüzden kaybedilmiş. Yine İş Bankası’nın yerinde de eskiden Yüksek Kahve vardı. Zamanında bu kahvenin solunda yer alan Hafız Osman Hanı ile Çıra Pazarı’na doğru Zeynel’in Hanı maalesef şimdilerde yerlerinde yoklar. Hatta Tire’nin ilk şiş köftecilerinden rahmetli Öncel Öğretmen’in babası (Hazır bu) Mehmet Amca da tarih sahnesinden silinip gittiler. Yine bu meydanda Ali Ulvi Selek, herkesin beyninde yer etmiş bir kırtasiyecidir. Tire’de adeta tek başına çalışmış ve fakir öğrencileri koruyup kollamış önemli esnaflardandı.   Yazının başında amacımızın çarşıya kadar uzanıp bugünkü Tire sosyolojisine dair bir kesit vermek ve çarşıdaki canlılığı yansıtabilmek olduğunu belirtmiştik. Tahminimizde yanılmamışız. Ortalık insan seli adeta… Ramazan’a artık sayılı günler kaldı. Herkes kendi bütçesine göre hazırlık yapıyor. Hızlı adımlarla; koşarcasına insanlar çarşıya giriyor ve işlerini bitirenler de iki tekerlekli arabalarını veya torbalarını doldurmuş halde çarşıdan uzaklaşıyorlar. Oturduğum banktan 1540 yılında Lütfi Paşa tarafından yaptırılan Paşa Camii’ni görebiliyorum. Avlusu, şadırvanı ve son cemaat yeri ile Paşa Camii tarih kokuyor adeta.   Tire’nin imarında büyük katkısı olan Sadrazam Lütfi Paşa, 1522-1529 tarihleri arasında Aydın Güzelhisarı’nda sancak beyliği yapmış. Sonraları; kendisi hem saraya damat, hem de Osmanlı’ya sadrazam olmuş. 1.Viyana Kuşatması’na katılmış. Lütfi Paşa sancak beyliği döneminde Tire’de binin üzerinde dükkân ve hanlar yaptırmış. Örneğin Yeni Han (Matyas Hanı), Bakır Hanı (Kurşunlu Han), Baltalı Han, Ali Emiri Hanı, Eski Yeni Hamamı ve Pembe (Pamuk Han) Hanı gibi çok önemli eserler onun döneminde yapılmış ya da restore edilmiş. Bu yüzden Lütfi Paşa’nın Tire’de bugün bile birçok vakıf eseri bulunuyor. Kendisi saraydan kovulduktan sonra, Balkanlar’da bir çiftlikte inzivaya çekilmiş. Ama Tire’de çok derin izler bırakmış; o yüzden Tire onu asla unutmuyor.   Bizi bugün çarşıya yönelten nedenlerden biri Ramazan önü hareketliliğine tanıklık etmekse, diğeri de günün özelliğinden kaynaklanan Sultan Nevruz idi. Tireli Şair Salih Gözek’in ifadesiyle “Tireliler konuklarıyla beraber Nevruz’u sevgi ve hoşgörü içinde doğada bayram olarak kutlarlar”. Gerçekten Tire’de herkes Nevruz’u iliklerine kadar ezbere bilir ve yaşar. Nevruz, Tire’de Mart ayının üçüncü Pazar’ı; mutlaka, ama mutlaka kutlanır. Yağmur yağsa da, soğuk olsa da fark etmez. Tire’de sabahın erken saatlerinde hazırlıklarını yapan Tireliler, ailecek şehrin dışına çıkarlar. Kırlara, bayırlara doğru yönelirler. Balım Sultan, Tirelilerin en çok tercih ettiği yerlerdendir. Yine Toptepe, Taştepe, Kazan Tepe, doğuda Gökçen’ e giden yol üzerindeki tepeler en çok tercih edilen mekânlardır. Baharın gelmesiyle yeşeren doğa, insanlara kucak açar. O gün çocuklar, hatta büyükler uçurtmalarını uçururlar. Gök, tamamen çeşitli renklerdeki uçurtmalarla dolar. Bu arada hanımlar ön hazırlık olarak yaptıkları sarmalarını, avukmalarını ortaya yayarlar, ayrıca kuru patlıcan ve biber dolmaları, bolca pişi ve kol börekleri, kırmızıya boyanmış kaynamış yumurtalar, kurabiyeler ile çok zengin sofralar kurulur. Erkekler de bu arada içerler. Genelde bu sofralar aile sofraları olduğu için, pek problem de yaşanmaz. Tire halkı, o gün gönlünce eğlenir. Genç kızlar, ip atlarlar. Erkekler, top oynarlar.   Tire’deki bu Nevruz kutlamasının üzerine çeşitli söylemler dolanır, durur. Asyanik kökenli olan bu baharı karşılama şöleni için; Moğol hükümdarı Timur’dan kalma bir davranış olduğu en çok söylenenidir. Rahmetli Seha Gidel Hocamız söylerdi; Timur, Tire’mizde ordusu ile kışı geçirir. Dönüşte de; ordusunda bu uzun yolculuğa dayanamayacak olan yaşlıları Tire’de bırakır. Bunların içinde inşaat ustaları bile vardır. Bu nedenle; özellikle dağ köylerinde yaşayan kısa boylu, çevik insanlar için, o zamanlardan kalan insanların torunları derdi Seha Hocamız.     Baharın müjdecisi olan Sultan Nevruz kutlamaları ile çakışan Salı Pazarı’nın yanında, yaklaşan Ramazan ayı nedeniyle kalabalıklaşan çarşıdan söz ediyorduk yukarılarda. Her yerden pek çok insanın alış veriş için geldiği bu çarşının, dünyanın sayılı çarşılarından biri olduğu söylenir. Sabah 8.30’da dua ile açılan pazarda yüzlerce satıcı günlük rızıklarını çıkarma mücadelesine girmişlerdir. Bazen bu çarşıda tezgâh sayısı kaç tanedir diye merak ederim. Bir bilgiye göre bu rakam bin civarındadır. Pazar tezgâhlarında iğneden ipliğe kadar her şeyi bulmak mümkündür. Özellikle çarşının çeperlerinde köylülerin sergilerini görürsünüz. Son yıllarda köylü kadınlar, köşeli dediğimiz nohut mayası ekmekleri, evlerindeki fırınlarında pişirip satmaya başladılar. Zaman içinde Cambazlı köylüleri karadut ürünlerini pazarlamasını öğrendiler. Reçelini, pekmezini, köy tarhanasını; mevsimine göre her türlü sebzeyi de pazarda satmaya başladılar. Yeni Cami çevresinde tezgâh açan bu köylülerin ürünlerini bolca ve çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz. Ayrıca dağın arka yüzündeki köylerden gelen köylülerin tezgâhları da mevsimine göre pazarda yerlerini alıyorlar. Dağın çeşit çeşit geleneksel elmaları, armutları, ayvaları da aynı şekilde bu tezgâhlarda sergilenir. Dağın incirlerinin yeri, Ali Efe Hanı’nın batısındadır.   Pazarlardan söz ediyorduk, örneğin; incir pazarı, Bedesten’in batı yakasında kuruluyor. Özellikle Başköy, Musalar, Somak, Dağdere köylerinin nefis incirleri burada satılır. İncir, Latince adından gelen bir tanımlama ile (Ficus Caria) bu bölgeye ait bir yemiştir. Tüm dünyada Karya’nın yemişi olarak bilinir. Salı günü sabahı İzmir’den gelen trenler ve otobüsler dolusu insanlar, koşarcasına çarşıya gelirler. Bir yakın dostum anlatmıştı; incir ve ceviz için alıcılar gece yarısında buralarda hazır bulunurlarmış. Dağın mükemmel cevizlerini de aynı adreslerde bulabilirsiniz. Pazarın güney tarafları dağ köylülerinin, kuzey tarafları ise ova köylülerinin ürünlerini sergiledikleri alanlardır.   Yakın tarihlere kadar kentin içinde bir sürü han vardı. Bu hanlar da oldukça faal mekânlardı. Pembe Hanı, Çöplüce Hanı, Kutu Hanı, Ali Efe Hanı bunlarda sadece bir kaçıdır. Henüz daha arabaların çalışmadığı yıllarda bütün köylüler kente hayvanları ile gelir ve bu hayvanlarını bu hanlara bağlayıp işlerini görürlerdi. Genelde bu hanlar iki katlıdır. Hayvanı ile gelen yolcu, alt katta hayvanını bağlar, üst katta da kendisi kalırdı.   Sevgili okuyucu; ben hala eski belediyenin önündeki bankta oturuyorum. Yüzüm de Lütfi Paşa Camii’ne dönük. Yoldan geçen insanlara bakıyorum. Bendeniz elli yıldır bu kentin belleğinde varım. Gerek öğretmen, gerekse değişik iş kollarında uğraş vererek… Oturduğum bankın üzerinde bir an yabancılaştığımı hissettim. Gerçekten geçen insanlardan kimseyi tanımıyorum. Çok nadir olarak bir iki tanıdık yüz görüyorum ve onlarla selamlaşıyorum. Çok çeşitli insan tipleri görüyorum. Hatta gözümün aşina olmadığı tipler de çoğunlukta gibi geliyor bana. Bunların bazıları, hatta çoğu dışarıdan gelen insan tipleri...   Komşum Ahmet Tamer söylemişti; Binlerce yıl önce Efes kenti de böyle imiş. Antik Çağ’ın Bergama’sı, Efes’i de ticaretin yoğun yaşandığı kentlermiş. Dünyanın pek çok yerinden ticaret için insanlar gelirmiş bu kentlere. Hatta Bergama uygarlığı Mısır’dan gelenler için Serapis Tapınağı’nı bile inşa ettirmişler.   Ahmet Tamer, doğru söylüyordu; Tire arka planı güçlü olan bir kent ve hala bu yoğunluğu yaşayabiliyor. Daha yakın tarihlerde, kentin orta yerlerinde onlarca hamal kardeşim olurdu. Bizler de çarşıda esnaf olduğumuz için hepsini tanırdık. Genellikle Orta Anadolu taraflarından gelen bu vatandaşlar hanlarda kalırlar ve tek başlarına yaşarlardı. Ben çoğunun derin ve dramatik hikâyelerini kendilerinden dinlerdim. Çarşıda babamın kahvesi çok erken açılırdı ve sobası da güçlü yanardı. Sabahın erken saatinde kentin garibanları doluşurlardı sobanın başına. Kentin belli noktalarında çorbacılar vardı. Çorbacı Halit Usta bunların en meşhuru idi. Dükkânı Yeni Cami’nin batısındaydı. İşte bu hamallar, sabahları bir ekmekle çorbalarını içerler ve kendilerini bir kahve köşesine atarlardı. Sonraları bunlar yok oldu gitti. Belki de iki tekerlekli el arabaları çıkınca, herhalde hamallara da ihtiyaç da kalmadı. Ancak o yıllarda bütün imkânsızlıklara rağmen, bir esnaf kenti olan Tire’de getir götür işleri ile birlikte bu insancıklar da bir şekilde korunur kollanırlardı.   Bu kent, yakın tarihe kadar bir urgan kentiydi aynı zamanda. Adının anlamı da ona yorulurdu. Tire, anlam olarak ip demek, urgan demek gibi... Artık urganlar da kayboldu gitti. Dolayısı ile urganın hammaddesi olan kendir tarımı da ortadan kalktı. Kentin özellikle güney yamaçlarında, yüzlerce tezgâhta üretilen çeşitli tipte ve özellikte urganlar, çarşıda alıcı beklerdi o günlerde. Urgan 1960, hatta 1970 yıllarında bile Tire ekonomisinin en can alıcı unsurlarındandı. Önce Küçük Menderes kurudu. Bu arada hatırlatalım tarlalarda biçilen kendirler Menderes’te suya yatırılırdı. Bu duruma bizler kendirleri limana yatırmak derdik. Bir müddet suda bekleyen kendirler, develerle işlenecek yerlere taşınırdı. Oralardaki evlerin önünde soyulup lifleri ayrılır, sonra bu lifler kendir işliklerinde (kârhanelerde) urgan, sicim, halat gibi ürünlere dönüştürülürdü. Bütün ülkeye pazarlanırdı bu urganlar. Ama sonraları naylon ve plastiklerden urgan üretimine geçilince; kent, kendir gibi çok stratejik bir ürününü maalesef kaybetti.   Bakın bir başka ürün; tütün de kentin geçmişinde uzun dönem varlığını sürdürmüştür. Tütün satım günleri, Tire başka bir renge bürünürdü. Köyler tamamen boşalır ve çoluk çocuk kente akın ederdi. Gerek Tekel, gerekse tüccardan fiyat alırlardı. Yıllar içinde tütün de Tire’nin ekonomik ve sosyal yaşamından sessizce çekilip gitti. Oysa tütün, Tire’nin sosyal hayatını da etkilemiş; ekonomik döngüsü ile pek çok insanın gelir kapısı olmuştur. Orta Park’ta Tekel Binası önü ve Yıldız Meydanı’ndaki meyhanelerin dolup taştığı günlerdi o günler. Tire, görüldüğü gibi mevcut tarihsel birikimleri ve verimli toprakları sayesinde kazanmış olduğu bölgesel önemini, son yıllarda maalesef kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Tarımın makineleşmesi ile birlikte, plansız, programsız ve denetimsiz ekim ve dikim işleri, önce yer altı sularını bitirdi, arkasından da ovayı…   Buna karşılık bölgede son yıllarda hayvancılığa doğru geçiş yapılmış ve buna bağlı olarak da ovada yaygınlaşan mısır üretimi nedeniyle su tüketimi daha da artmıştır. Bu hoyratlığın sonucu ovanın can suyu olan Menderes kurutulmuş, ovanın taban suyu da kazınmıştır. Geçmişte doğa ile iç içe yaşamasını becermiş insan tipi, nedense yeni yüzyılda başkalaştırılmış ve paranın esiri hale getirilerek vermeden almayı öğrenen ve mevcut kaynakları sorumsuzca tüketen adeta robot insan tiplerinden ibaret bir nesil türemiştir.   Değerli okuyucu; kentin tarihi derken, bu kez de tarımına dek uzandık. Oysa ben hala bankta oturmaktayım ve Atatürk Caddesi’nde kuzeyden güneye doğru sıralanmış birçok tarihi yapıyı ve bunların bana anımsattıklarını aktarmaya çalışıyorum. Cadde bu; yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir birikimi taşımasıyla, Tire’nin en önemli akslarından birisi olarak hala ayakta duruyor. Bunlardan bazıları şöyle; İlk yapı Paşa Camii ile birlikte güneye doğru konumlanmış olan Matyas Hanı hala ayakta… Yeni Han olarak da bilinen bu han iki katlıdır. Doğu tarafında muhteşem bir girişe sahip olan han, Matyas adlı Rum işletmecisinden dolayı bu adla anılır. Hanın doğusunda ise, tarihi Leyse Camii ile bu caminin çevresindeki el sanatları çarşısı bulunmaktadır. Çarşıda keçeciler, semerciler, yularcılar hala faaldir.     Devam edelim; bu caddeden yukarı çıkarken bu kez sağda Pembe Han’a gelinir; bir başka deyişle Pamuk Han… Bu han, zaman içinde önce perakendeci haline dönüştürüldü. Yakın zamanlarda ise, yıkılarak alışveriş merkezine çevrildi. Oysa bu han, içinde kasaplar ve orta yerde manavları ile mükemmel bir mekândı. Tire’nin tüm kasapları, tek tekçileri ve manavları bu perakende halinin içinde idi. Tek tekçilik çok ayrı bir kültürdü Tire’de. Tek Tekçi Osman ve Alaylılı İsmail hemen aklıma geliverenlerden. Özellikle dükkânından et şiş, küçük bir kargıda verilirdi. Müşteri servis aldığı bu bankonun gerisinde uzun süre oturmazdı. Genelde hamalların da uğrak yeriydi bu mekânlar. Dükkânından uzun süre ayrılamayan esnaf da ayaküstü uğrar, bir tek atar ve işine devam ederdi. Tek tekçide bir banko ve özel sandalye ile geride bir perde, onun da gerisinde bir ocak ve bu ocakta Küçük Menderes’ten tutulmuş çay balığı; iki tane ve küçük bir kâsede bir avuç tuzlu leblebi… İşte bu güzel halin özellikle doğu girişi çok estetik bir örtü ile örtülü idi. Ayni halin birde batı girişi vardı. Bu halin dışarısı da tamamen dükkânlar ile çevrili idi. Göz göre göre bu muhteşem yapılar bugün bütünüyle bir beton yığınına çevrildi. Güya alışveriş merkeziydi yapılan. Şehrin ağırlık merkezi ovaya doğru kayarken, buraya bu yapının kondurulması büyük hataydı. Buradaki hal binası, aslında tarih kokan yapısıyla turizme pekâlâ hizmet verebilirdi.   Evet; güneş çoktan kayboldu. Ortalık kararmak üzere, ben de artık bu konuyu sonlandırayım. Oysa daha sağımdaki; Tire’de bir sembol yapı; Eski Belediye Binası’ndan söz edecektim. Seha Gidel Hocamıza atfedilen salonu ile Etnografya Müzesi (Tire Kent Müzesi olarak da biliniyor) bu güzel yapıya uymuş. Mimar Can Egeli’nin eseri olan Eski Belediye Binası’nın girişi de usta işi bir mimarlık örneği… Mimar, kendi adının orta harfini anıta kazıyarak unutulmaz bir iz bırakmış Tire’de. Zahire Loncası’ndaki adının son harfi de benzer bir yaklaşımı sergiliyor.   Ne demiştim; artık hava karardı ve iyice de serinledi. Oturduğum banktan tam kalkmayı düşünürken, birden aklıma Başköy’den rahmetli Hasan Amca geliverdi. O bilge kişiliği ile bana “oğlum kaynaşma var mı, kaynaşma” diye hep sorardı. Yani alışveriş oluyor mu? Para dönüyor mu demek istiyordu. Binlerce yıldır süregelen toprakların bu kadim yerleşiminde, yine bir akşamüzeri; sanki geçmişteki herhangi bir gün gibi tezgâhlarında ter döken esnafın bol bol kaynaştığından eminim artık.   Demek ki hayat, olanca hızı ile devam ediyor. Gönlüm o insanların adına huzur içinde; ancak bu noktada Seha Gidel Öğretmenimizin o meşhur sözünü yeniden gündeme getirmeliyim. O derdi ki; “Eskiyi yok ederek ilerleyemezsiniz. Eskiyi koruyup onun üzerine yapacağınız yeni ile ilerleyebilirsiniz.” O halde şimdi haykırmalıyım; Pembe Hanı geri istiyorum. Onu veremiyorsanız, Perakende Hali'ni geri verin o zaman. Onu da veremiyorsanız, lütfen Terziler Hamamı’nı restore ediniz. Bu caddede daha nice değerler var olmuştur geçmişte. Rum işletmeci Matyas, ileride caddenin Tahtakale girişinde şaraphanesi ile hatırlanan Yahudi Solomon ve onun elinde yetişmiş; meyhaneciliğinin kurallarını müşterilerine öğretmiş ve o müşteriyi “kuzu”laştırmış Ratıp Usta gibiler, kentin yaşamsal değerlerini sırtlanarak günümüze taşıdılar. Yeter ki eskiyi koruyun ve yeniyi de ona göre yaratın.   Ne caddeymiş be; yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir tarihi sırtlanarak siz gelenlere selam duruyor. Ben de artık gün batımı sonrası; çöken alaca karanlıkta, evime huzur içinde dönmeliyim.   Dipnotlar: (1)   Mustafa Kentli ile ilgili olarak Attila İlhan’ın yazısı için bkz. https://tilahan.org/turkistan-deyince-baslayan-film/ (2)  Tire Ulu Cami için bkz. https://www.erolsasmaz.com/?oku=525 (3)    Tarihi Tire fotoğrafları ve kara kalem çalışmaları için Fadiye Albeyoğlu Özçivici, Aynur Altınel, Mehmet Ali Soylu ve İsmail Oral Cön'e teşekkür ederiz.   Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu Düzenleyen: İbrahim Fidanoğlu
Ekleme Tarihi: 07 Ağustos 2024 - Çarşamba

BİR CADDE ÜZERİNDEN TİRE’NİN DÜNÜ VE BUGÜNÜNÜ DÜŞÜNMEK

18 Temmuz 2024

Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

 

Öyle bir cadde ki; Tire’yi kuzey-güney doğrultusunda tam ikiye bölüyor. İzmir’den gelenler kente mecburen bu caddeden girerler. İzmir treni de bu caddenin devamından kalkar. Kenti tam ortadan bölen Atatürk Caddesi’nden söz ediyoruz. İşte böyle önemli bir caddenin bir kıyısından Tire’ye bakarak kentin bugünü ile dününü anlamaya çalışalım.

 

Bu gün günlerden 21 Mart 2023 Salı. Aynı zamanda Tire’de özel olarak kutlanan Sultan Nevruz zamanı... Yani Tire’ye özgü baharı karşılama ritüeli. Yaygın olan söylenceye göre Sultan Nevruz kutlamaları, 1402’deki Ankara Savaşı sonrasında Tire’ye gelen Timur ve askerlerinden devralınan tarihi bir gelenek olarak hatırlanıyor. Bu özel gün için aynı haftanın Pazar gününde Tire boşalır. O gün yağmur da yağsa, çamur da olsa fark etmez. Bu gün ise, Ramazan’ın yaklaştığı ve Tire’nin Salı Pazarı’nın kurulduğu gün… O yüzden çarşının kalabalık olacağına dair bir öngörüye sahibim. Bu gerçeği gözlerimle görmek istedim. Kahvaltıdan sonra bu amaçla İstasyon Caddesi’nden güneye; Orta Park’a doğru hafif adımlarla yürüyüşe geçtim. Hedefim, çarşıya ulaşmaktı.

 

İstasyon Caddesi, son zamanlarda üst gelir gruplarının yaşadığı evlerle donatıldı. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde Tire’mize özgü iki katlı bahçeli binalarımız yaygındı buralarda. Sonraları bu binalar yıkılıp çok katlı apartmanlara dönüştürüldü. Bir zamanların Tire’sinde, sonra da tüm ülkenin gündeminde olan rahmetli Sadık Giz’in evinin önünden (Ev, yukarıdan bakıldığında D.P harflerinden oluşuyordu) bu düşüncelerle geçtim.

 

O yıllarda Sadık Giz Evi’nin karşı köşesinde Doktor Hadi Menzilcioğlu Evi ve muayenehanesi vardı. Hadi Bey’i Tireliler çok severdi. Pek çok insana dokunmuş ve şifa vermiş olan Doktor Hadi Bey’i elim bir trafik kazası sonucu kaybettik. Tire için büyük bir kayıptı. Daha sonraları oğullarının Amerika’da ve bilişim sektöründe büyük bir şirket kurduklarını duymuştum. Rahmetli Seha Gidel Hocam ona çok değer verirdi.

 

Bu karşılıklı iki evden sonra, bu kez tam güneyde Dr. Mustafa Kentli’nin evinin önünden geçtim. Mustafa Kentli kimdi derseniz; Attila İlhan’ın şu satırlarına kulak verelim o zaman:

 

”…oysa ben, ‘Doğu (Şarkî) Türkistan’ sözünü duyar duymaz; yedi sekiz yaşlarında bir çocuğum; bu kelimeler, evin içinde dolaşıp duruyor; hele Vesil’ânım Teyze’ler misafirliğe gelince, annemle konuştukları hep bu; Şarki Türkistan‘da müsteşar filân olan Dr. Mustafa Bey (Kentli), İzmir‘e haber uçurmuş; ülkenin yönetiminde görevlendirmek için, Türk aydınlarını oraya bekliyormuş! Vesil’ânım, İzmir‘de ‘münteşir’ ‘Hizmet’ gazetesinin, sahibi ve başmuharriri Zeynel Besim Bey‘in (Sun), ‘refika-i muhteremesi’; Zeynel Besim, bir zamanlar mapushanelerin elinden düşürmediği ‘Çakıcı Efe’ romanının ‘müellifi’; ‘Serbest Fırka’cı bir zat; babam, aynı gazetenin ‘müdir-i mes’ûl’ü; zaten bu yüzden, ‘fırka’ kapatılınca, her ikisi de, cezaevini boyluyor…”

 

”… ‘Şarkî Türkistan Efsanesi’, bu olaydan önce miydi, sonra mı; orasını hatırlamıyorum; hatırladığım, Vesil’ânım Teyze‘nin, muhtemel Türkistan macerasında, neler giyip neler yiyeceğimiz hakkındaki tahminleri; şen şakrak kahkahaları!.. Belki bu hatıra, o ülkenin işgali üzerine; Dr. Mustafa Kentli‘nin bilâhara, İzmir‘e dönerek; DP (Demokrat Parti-İF)/MP (Millet Partisi-İF) serencamına iştirak etmesi yüzünden!.. ‘Şarkî Türkistan’, belki de bu yüzden, hafızamda zamanla adeta bir çağrışım tetikleyicisine dönüşmüştür.”(1)

 

Bunları düşünerek yürürken, ben de Orta Park’a ulaşmıştım. Burada şunu söylemeliyim ki; ne yazık ki sözünü ettiğim bu iki katlı güzelim Tire evlerinin yerlerinde şimdi yeller esiyor. Hepsi çok katlı apartmanlara dönüştürülmüş durumdalar. Tarihe tanıklık eden ve kendilerine özgü mimarileri olan bu üç adet yapı keşke korunabilseydi.

 

İstasyon Caddesi’nin sonunda sizi Orta Park ve bu parktaki Atatürk Heykeli karşılar. Bu park, Cumhuriyet Meydanı olarak bilinir. Bu meydanın bana göre en anlamlı yapıtı, Belediye Mimarı Can Egeli tarafından tasarlanmış olan, Kurtuluş Anıtı’dır. 20 metre yüksekliğindeki beyaz mermerden yapılmış bu anıt, en yukarıda; eseri tasarlayan Mimar Can Egeli’nin isminin birinci harfi ile sonlanır. Mimar Can Egeli, 1952-1956 döneminde Belediye Başkanı Sabri Kurdoğlu’nun teklifi ile belediyeye girmiş ve Tire’de özellikle Zahire Loncası, Belediye Binası ve Tire Asri Mezarlığı’nın girişine diktirdiği anıtlarla bilinir. İstasyon Caddesi’nin sonunda sizi Orta Park ve bu parktaki Atatürk Heykeli karşılar. Bu park, Cumhuriyet Meydanı olarak bilinir. Bu meydanın bana göre en anlamlı yapıtı, Belediye Mimarı Can Egeli tarafından tasarlanmış olan, Kurtuluş Anıtı’dır. 20 metre yüksekliğindeki beyaz mermerden yapılmış bu anıt, en yukarıda; eseri tasarlayan Mimar Can Egeli’nin isminin birinci harfi ile sonlanır. Mimar Can Egeli, 1952-1956 döneminde Belediye Başkanı Sabri Kurdoğlu’nun teklifi ile belediyeye girmiş ve Tire’de özellikle Zahire Loncası, Belediye Binası ve Tire Asri Mezarlığı’nın girişine diktirdiği anıtlarla bilinir.

 

Cumhuriyet Meydanı’ndan doğuya doğru, Gökçen ve Ödemiş’e gidebilirsiniz. Yine batıya doğru ise, Selçuk ve Aydın’a gidilebilir. Atatürk ve Aydınoğlu Caddelerini kullanarak kentin merkezine ulaşılabilinir. Hükümet binası ve eski belediye binası da bu meydana bakan özgün yapılardandır. Eski belediye binasının önü son yıllarda iyi niyetli bir çalışmayla düzenlenerek Türk tarihinin önemli kişiliklerinin büstleri konulmuş durumda. Ayrıca çok sayıda oturma yerleri sayesinde insanlar için bir konfor alanı yaratılmış.

 

Eskiden bu meydanda yazlık Şehir Sineması vardı. Şehir Sineması, konforlu oturakları ve localarıyla mükemmel bir mekândı. Konserler başta olmak üzere; her türlü etkinlik düzenlenirdi burada. Dışarıdan şarkıcılar, türkücüler gelirdi. Yazlık sinema, her gece dolardı. Sade ve meyveli yerel gazozlar, biz çocuklar için vazgeçilmezdiler. Tire, o yıllarda Başargan gazozları ile anılırdı. Ne yazık ki yazlık sinema yerine kocaman bir beton yığını dikildi.

 

Yine bu meydanda ve meydan ile özdeşleşmiş Çavuşun Kahvesi vardı. Tire’nin en güzel ve gözde mekânı idi. Pek çok insanın buluşma yeriydi burası. Nargilecilerin, tavla ve dama oyuncularının da mekânıydı aynı zamanda. Kahvenin doğusunda postane ve onun bitişiğinde ise Tekel Binası vardı. Bu iki yapı arasında ise, Atatürk Parkı olarak da bilinen tarihi Havuzlu Park bulunuyordu. Burası, özellikle yukarı mahallelerin Pazar günleri koşarak geldikleri bir mekândı. Havuzlu Park’ın etrafında oturup, fıstık çekirdek yerler ve çaylarını içerlerdi. Ayrıca bu güzel meydanda milli bayramlar da kutlanırdı. Tütün satım günlerinde bu meydandaki Tekel Binası’nın önü insan kalabalıklarıyla dolardı. Bu satırları karalarken nasıl içimden bazen bir ah çekmek geliyorsa, bu satırları okuyan kardeşlerimin de aynı ruh hali içinde olduğundan eminim.

 

Bu güzelliklerin yaşandığı meydanı terk edip, Eski Belediye Binası önüne geldiğimde bir bank üzerine oturdum. Yönüm de zaten doğuya bakıyordu. Yani Atatürk Caddesi’ne… Bu caddenin en yukarıdaki bitim noktasından sola doğru dönülürse Derekahve’ye, sağa doğru dönülürse uzun İrim Sokak ile Havuzlu Kahveler’e ulaşılır. Ayrıca bu caddenin tam karşısında tarihi bir yapı olan Çatal Çeşme bulunur. Yıllarca suyu akmış olan Çatal Çeşme’nin altında yalak olarak İlkçağ’dan kalma bir lahit devşirme malzeme olarak kullanılmış. Özellikle Aydın yönüne doğru giden yüklü katırların su içtiği son noktadır burası.

 

Yine bu caddenin bitim noktasına yakın bir yerde; caddenin solunda Ulu Cami vardır. Ulu Cami’nin halk arasında kiliseden camiye dönüştürüldüğüne dair yaygın bir inanış olsa da, bunu doğrulayan izler ve kayıtlar mevcut değildir. Kitabesinin günümüze ulaşamamış olması nedeniyle, caminin ne zaman yapıldığına dair kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, kaynaklar Aydınoğulları’ndan Cüneyd Bey zamanında; 15.yy.da yapılmış olabileceğini belirtiyorlar. Evliya Çelebi’ye göre Ulu Cami, Birgili Derviş Ağa tarafından onartılmış ve kubbesi kurşunla kaplanmış. 1677 yılına ait caminin onarım kitabesinde şu ifadeler yer alıyor:

 

“İnayet irdi çün min indi Bâri

İdüp tamirini bir Pirî fâni

Ana Derviş Ağa hemnam olupdur

Bilâd içinde Bikri hem mekânı

Duası düştü şeyhin ana tarih

Ana tamir iden emri ilâhi”

 

(Hicri 1088 / Miladi 1677)(2)

 

Ulu Cami’ye varmadan önce Terziler Hamamı yer alır. İbni Melek vakıfları içinde gözüken bu hamam, benim çocukluğumda faaldi. Kadınlar ve erkekler bölümü vardı. Özellikle köy düğünleri öncesinde; düğün sahipleri topluca gelirler ve hamam sefası yaparlardı. Bu ritüel, köy düğünlerinin vazgeçilmezi idi. Ne yazık ki bugün için bu gelenek de kalmadı. Hamam da zaten şu anda harap ve kurtarılmayı bekliyor.

 

Hamama gelmeden önce; hemen altında Bedesten bulunuyor. Son yıllarda oldukça iyi bir restorasyon süreci geçiren yapının dış çevresinde muhtelif dükkanlar yer alıyor. İçi ise, genellikle sergi ve benzeri kültürel faaliyetler için kullanılıyor. Bu yapının doğusunda Ali Efe Hanı ile Gazazhane Camii ve Yeni Cami görülmeye değer camilerden. İki cami de tarihi camilerimizdendir. Bu camilerin hafif kuzeyindeki Tahtakale Camii ve Tahtakale Meydanı ile bitişiğindeki Kutu Hanı ve Kapalı Çarşı tarihi yapılar ve mekânlardandır. Bu yapılar restore edilerek yeniden hayata kazandırıldı.

 

Bu bölge yakın zamanlara kadar Tire eşrafından tüccarların, Tahtakale esnafının ve geniş toprak sahiplerinin oturduğu bir muhit olarak bilinirdi. Bu yüzden bu bölgenin evleri de oldukça gösterişlidir. İki katlı ve en alt katı bodrum olan bu evlere; caddeden geniş bir merdiven ve görkemli bir kapı ile girilir. Merdiven sayısı oldukça fazla olan bu girişten sonra sizleri geniş bir salon karşılar. Bu salon, sağa ve sola doğru odalara açılır. Bu odalar, misafir odalarıdır. Ayrıca kayınvalide ile kayınpederin yatak odaları da olabilir. Üst katta gelin-damat ve çocuk odaları vardır. Salondan; girişin tam karşısından ise, evin arka bahçesine geçilir. Genelde Tire’nin bu eski evlerinin bahçelerinde asma, erik, yenidünya ve portakal ağaçları bulunur. Aynı zamanda, evin bahçeye çıkış kapısının tam karşısında da evin mutfağı vardır. Evin hanımı, burada yemeklerini hazırlar ve yemekler bu mutfakta yenilir. Bütün bu tarihi yapılar ile sözünü ettiğimiz gösterişli evler niye bu bölgede konuşlandırılmış; bakın sizlere anlatayım.

 

Yukarıdan, yani Derekahve’den aşağıya doğru gürül gürül akan derenin kenarında kurulmuştur bu tarihi yapılar ve güzel evler. Bu suyun sayesinde Tire yıllarca ekonomisini döndürmüş. Bilirsiniz Tire’de keçecilik ve tabakçılık çok meşhurdur. Özellikle tabakhaneler için akan su gerekir. Keçecilik ve tabakçılık, eskiden beri yakın zamanlara dek; Tire’de ekonominin bel kemiğini oluştururdu. Yüzlerce işçi bu zanaat için yıllarca bu yokuşta emek harcamış, çalışmış ve ekmeğini kazanmış. Ticari canlılık da bu kurumlar üzerinden dönmüş. Tarihi camilerin, Bedesten’in ve de hanların bu bölgede olması başka türlü nasıl açıklanabilir?

 

Rahmetli Seha Gidel Hocamız anlatmıştı; bir zamanlar belediye mühendisi (Erzin Bey derdi) bu caddeyi, kuzey-güney doğrultusunda açarken bazı tarihi yapıları da ortadan kaldırmış. Örneğin İş Bankası karşısındaki Bakır Han’ın (Kurşunlu Han) yarısı bu yüzden kaybedilmiş. Yine İş Bankası’nın yerinde de eskiden Yüksek Kahve vardı. Zamanında bu kahvenin solunda yer alan Hafız Osman Hanı ile Çıra Pazarı’na doğru Zeynel’in Hanı maalesef şimdilerde yerlerinde yoklar. Hatta Tire’nin ilk şiş köftecilerinden rahmetli Öncel Öğretmen’in babası (Hazır bu) Mehmet Amca da tarih sahnesinden silinip gittiler. Yine bu meydanda Ali Ulvi Selek, herkesin beyninde yer etmiş bir kırtasiyecidir. Tire’de adeta tek başına çalışmış ve fakir öğrencileri koruyup kollamış önemli esnaflardandı.

 

Yazının başında amacımızın çarşıya kadar uzanıp bugünkü Tire sosyolojisine dair bir kesit vermek ve çarşıdaki canlılığı yansıtabilmek olduğunu belirtmiştik. Tahminimizde yanılmamışız. Ortalık insan seli adeta… Ramazan’a artık sayılı günler kaldı. Herkes kendi bütçesine göre hazırlık yapıyor. Hızlı adımlarla; koşarcasına insanlar çarşıya giriyor ve işlerini bitirenler de iki tekerlekli arabalarını veya torbalarını doldurmuş halde çarşıdan uzaklaşıyorlar. Oturduğum banktan 1540 yılında Lütfi Paşa tarafından yaptırılan Paşa Camii’ni görebiliyorum. Avlusu, şadırvanı ve son cemaat yeri ile Paşa Camii tarih kokuyor adeta.

 

Tire’nin imarında büyük katkısı olan Sadrazam Lütfi Paşa, 1522-1529 tarihleri arasında Aydın Güzelhisarı’nda sancak beyliği yapmış. Sonraları; kendisi hem saraya damat, hem de Osmanlı’ya sadrazam olmuş. 1.Viyana Kuşatması’na katılmış. Lütfi Paşa sancak beyliği döneminde Tire’de binin üzerinde dükkân ve hanlar yaptırmış. Örneğin Yeni Han (Matyas Hanı), Bakır Hanı (Kurşunlu Han), Baltalı Han, Ali Emiri Hanı, Eski Yeni Hamamı ve Pembe (Pamuk Han) Hanı gibi çok önemli eserler onun döneminde yapılmış ya da restore edilmiş. Bu yüzden Lütfi Paşa’nın Tire’de bugün bile birçok vakıf eseri bulunuyor. Kendisi saraydan kovulduktan sonra, Balkanlar’da bir çiftlikte inzivaya çekilmiş. Ama Tire’de çok derin izler bırakmış; o yüzden Tire onu asla unutmuyor.

 

Bizi bugün çarşıya yönelten nedenlerden biri Ramazan önü hareketliliğine tanıklık etmekse, diğeri de günün özelliğinden kaynaklanan Sultan Nevruz idi. Tireli Şair Salih Gözek’in ifadesiyle “Tireliler konuklarıyla beraber Nevruz’u sevgi ve hoşgörü içinde doğada bayram olarak kutlarlar”. Gerçekten Tire’de herkes Nevruz’u iliklerine kadar ezbere bilir ve yaşar. Nevruz, Tire’de Mart ayının üçüncü Pazar’ı; mutlaka, ama mutlaka kutlanır. Yağmur yağsa da, soğuk olsa da fark etmez. Tire’de sabahın erken saatlerinde hazırlıklarını yapan Tireliler, ailecek şehrin dışına çıkarlar. Kırlara, bayırlara doğru yönelirler. Balım Sultan, Tirelilerin en çok tercih ettiği yerlerdendir. Yine Toptepe, Taştepe, Kazan Tepe, doğuda Gökçen’ e giden yol üzerindeki tepeler en çok tercih edilen mekânlardır. Baharın gelmesiyle yeşeren doğa, insanlara kucak açar. O gün çocuklar, hatta büyükler uçurtmalarını uçururlar. Gök, tamamen çeşitli renklerdeki uçurtmalarla dolar. Bu arada hanımlar ön hazırlık olarak yaptıkları sarmalarını, avukmalarını ortaya yayarlar, ayrıca kuru patlıcan ve biber dolmaları, bolca pişi ve kol börekleri, kırmızıya boyanmış kaynamış yumurtalar, kurabiyeler ile çok zengin sofralar kurulur. Erkekler de bu arada içerler. Genelde bu sofralar aile sofraları olduğu için, pek problem de yaşanmaz. Tire halkı, o gün gönlünce eğlenir. Genç kızlar, ip atlarlar. Erkekler, top oynarlar.

 

Tire’deki bu Nevruz kutlamasının üzerine çeşitli söylemler dolanır, durur. Asyanik kökenli olan bu baharı karşılama şöleni için; Moğol hükümdarı Timur’dan kalma bir davranış olduğu en çok söylenenidir. Rahmetli Seha Gidel Hocamız söylerdi; Timur, Tire’mizde ordusu ile kışı geçirir. Dönüşte de; ordusunda bu uzun yolculuğa dayanamayacak olan yaşlıları Tire’de bırakır. Bunların içinde inşaat ustaları bile vardır. Bu nedenle; özellikle dağ köylerinde yaşayan kısa boylu, çevik insanlar için, o zamanlardan kalan insanların torunları derdi Seha Hocamız.

 

 

Baharın müjdecisi olan Sultan Nevruz kutlamaları ile çakışan Salı Pazarı’nın yanında, yaklaşan Ramazan ayı nedeniyle kalabalıklaşan çarşıdan söz ediyorduk yukarılarda. Her yerden pek çok insanın alış veriş için geldiği bu çarşının, dünyanın sayılı çarşılarından biri olduğu söylenir. Sabah 8.30’da dua ile açılan pazarda yüzlerce satıcı günlük rızıklarını çıkarma mücadelesine girmişlerdir. Bazen bu çarşıda tezgâh sayısı kaç tanedir diye merak ederim. Bir bilgiye göre bu rakam bin civarındadır. Pazar tezgâhlarında iğneden ipliğe kadar her şeyi bulmak mümkündür. Özellikle çarşının çeperlerinde köylülerin sergilerini görürsünüz. Son yıllarda köylü kadınlar, köşeli dediğimiz nohut mayası ekmekleri, evlerindeki fırınlarında pişirip satmaya başladılar. Zaman içinde Cambazlı köylüleri karadut ürünlerini pazarlamasını öğrendiler. Reçelini, pekmezini, köy tarhanasını; mevsimine göre her türlü sebzeyi de pazarda satmaya başladılar. Yeni Cami çevresinde tezgâh açan bu köylülerin ürünlerini bolca ve çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz. Ayrıca dağın arka yüzündeki köylerden gelen köylülerin tezgâhları da mevsimine göre pazarda yerlerini alıyorlar. Dağın çeşit çeşit geleneksel elmaları, armutları, ayvaları da aynı şekilde bu tezgâhlarda sergilenir. Dağın incirlerinin yeri, Ali Efe Hanı’nın batısındadır.

 

Pazarlardan söz ediyorduk, örneğin; incir pazarı, Bedesten’in batı yakasında kuruluyor. Özellikle Başköy, Musalar, Somak, Dağdere köylerinin nefis incirleri burada satılır. İncir, Latince adından gelen bir tanımlama ile (Ficus Caria) bu bölgeye ait bir yemiştir. Tüm dünyada Karya’nın yemişi olarak bilinir. Salı günü sabahı İzmir’den gelen trenler ve otobüsler dolusu insanlar, koşarcasına çarşıya gelirler. Bir yakın dostum anlatmıştı; incir ve ceviz için alıcılar gece yarısında buralarda hazır bulunurlarmış. Dağın mükemmel cevizlerini de aynı adreslerde bulabilirsiniz. Pazarın güney tarafları dağ köylülerinin, kuzey tarafları ise ova köylülerinin ürünlerini sergiledikleri alanlardır.

 

Yakın tarihlere kadar kentin içinde bir sürü han vardı. Bu hanlar da oldukça faal mekânlardı. Pembe Hanı, Çöplüce Hanı, Kutu Hanı, Ali Efe Hanı bunlarda sadece bir kaçıdır. Henüz daha arabaların çalışmadığı yıllarda bütün köylüler kente hayvanları ile gelir ve bu hayvanlarını bu hanlara bağlayıp işlerini görürlerdi. Genelde bu hanlar iki katlıdır. Hayvanı ile gelen yolcu, alt katta hayvanını bağlar, üst katta da kendisi kalırdı.

 

Sevgili okuyucu; ben hala eski belediyenin önündeki bankta oturuyorum. Yüzüm de Lütfi Paşa Camii’ne dönük. Yoldan geçen insanlara bakıyorum. Bendeniz elli yıldır bu kentin belleğinde varım. Gerek öğretmen, gerekse değişik iş kollarında uğraş vererek… Oturduğum bankın üzerinde bir an yabancılaştığımı hissettim. Gerçekten geçen insanlardan kimseyi tanımıyorum. Çok nadir olarak bir iki tanıdık yüz görüyorum ve onlarla selamlaşıyorum. Çok çeşitli insan tipleri görüyorum. Hatta gözümün aşina olmadığı tipler de çoğunlukta gibi geliyor bana. Bunların bazıları, hatta çoğu dışarıdan gelen insan tipleri...

 

Komşum Ahmet Tamer söylemişti; Binlerce yıl önce Efes kenti de böyle imiş. Antik Çağ’ın Bergama’sı, Efes’i de ticaretin yoğun yaşandığı kentlermiş. Dünyanın pek çok yerinden ticaret için insanlar gelirmiş bu kentlere. Hatta Bergama uygarlığı Mısır’dan gelenler için Serapis Tapınağı’nı bile inşa ettirmişler.

 

Ahmet Tamer, doğru söylüyordu; Tire arka planı güçlü olan bir kent ve hala bu yoğunluğu yaşayabiliyor. Daha yakın tarihlerde, kentin orta yerlerinde onlarca hamal kardeşim olurdu. Bizler de çarşıda esnaf olduğumuz için hepsini tanırdık. Genellikle Orta Anadolu taraflarından gelen bu vatandaşlar hanlarda kalırlar ve tek başlarına yaşarlardı. Ben çoğunun derin ve dramatik hikâyelerini kendilerinden dinlerdim. Çarşıda babamın kahvesi çok erken açılırdı ve sobası da güçlü yanardı. Sabahın erken saatinde kentin garibanları doluşurlardı sobanın başına. Kentin belli noktalarında çorbacılar vardı. Çorbacı Halit Usta bunların en meşhuru idi. Dükkânı Yeni Cami’nin batısındaydı. İşte bu hamallar, sabahları bir ekmekle çorbalarını içerler ve kendilerini bir kahve köşesine atarlardı. Sonraları bunlar yok oldu gitti. Belki de iki tekerlekli el arabaları çıkınca, herhalde hamallara da ihtiyaç da kalmadı. Ancak o yıllarda bütün imkânsızlıklara rağmen, bir esnaf kenti olan Tire’de getir götür işleri ile birlikte bu insancıklar da bir şekilde korunur kollanırlardı.

 

Bu kent, yakın tarihe kadar bir urgan kentiydi aynı zamanda. Adının anlamı da ona yorulurdu. Tire, anlam olarak ip demek, urgan demek gibi... Artık urganlar da kayboldu gitti. Dolayısı ile urganın hammaddesi olan kendir tarımı da ortadan kalktı. Kentin özellikle güney yamaçlarında, yüzlerce tezgâhta üretilen çeşitli tipte ve özellikte urganlar, çarşıda alıcı beklerdi o günlerde. Urgan 1960, hatta 1970 yıllarında bile Tire ekonomisinin en can alıcı unsurlarındandı. Önce Küçük Menderes kurudu. Bu arada hatırlatalım tarlalarda biçilen kendirler Menderes’te suya yatırılırdı. Bu duruma bizler kendirleri limana yatırmak derdik. Bir müddet suda bekleyen kendirler, develerle işlenecek yerlere taşınırdı. Oralardaki evlerin önünde soyulup lifleri ayrılır, sonra bu lifler kendir işliklerinde (kârhanelerde) urgan, sicim, halat gibi ürünlere dönüştürülürdü. Bütün ülkeye pazarlanırdı bu urganlar. Ama sonraları naylon ve plastiklerden urgan üretimine geçilince; kent, kendir gibi çok stratejik bir ürününü maalesef kaybetti.

 

Bakın bir başka ürün; tütün de kentin geçmişinde uzun dönem varlığını sürdürmüştür. Tütün satım günleri, Tire başka bir renge bürünürdü. Köyler tamamen boşalır ve çoluk çocuk kente akın ederdi. Gerek Tekel, gerekse tüccardan fiyat alırlardı. Yıllar içinde tütün de Tire’nin ekonomik ve sosyal yaşamından sessizce çekilip gitti. Oysa tütün, Tire’nin sosyal hayatını da etkilemiş; ekonomik döngüsü ile pek çok insanın gelir kapısı olmuştur. Orta Park’ta Tekel Binası önü ve Yıldız Meydanı’ndaki meyhanelerin dolup taştığı günlerdi o günler. Tire, görüldüğü gibi mevcut tarihsel birikimleri ve verimli toprakları sayesinde kazanmış olduğu bölgesel önemini, son yıllarda maalesef kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Tarımın makineleşmesi ile birlikte, plansız, programsız ve denetimsiz ekim ve dikim işleri, önce yer altı sularını bitirdi, arkasından da ovayı…

 

Buna karşılık bölgede son yıllarda hayvancılığa doğru geçiş yapılmış ve buna bağlı olarak da ovada yaygınlaşan mısır üretimi nedeniyle su tüketimi daha da artmıştır. Bu hoyratlığın sonucu ovanın can suyu olan Menderes kurutulmuş, ovanın taban suyu da kazınmıştır. Geçmişte doğa ile iç içe yaşamasını becermiş insan tipi, nedense yeni yüzyılda başkalaştırılmış ve paranın esiri hale getirilerek vermeden almayı öğrenen ve mevcut kaynakları sorumsuzca tüketen adeta robot insan tiplerinden ibaret bir nesil türemiştir.

 

Değerli okuyucu; kentin tarihi derken, bu kez de tarımına dek uzandık. Oysa ben hala bankta oturmaktayım ve Atatürk Caddesi’nde kuzeyden güneye doğru sıralanmış birçok tarihi yapıyı ve bunların bana anımsattıklarını aktarmaya çalışıyorum. Cadde bu; yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir birikimi taşımasıyla, Tire’nin en önemli akslarından birisi olarak hala ayakta duruyor. Bunlardan bazıları şöyle; İlk yapı Paşa Camii ile birlikte güneye doğru konumlanmış olan Matyas Hanı hala ayakta… Yeni Han olarak da bilinen bu han iki katlıdır. Doğu tarafında muhteşem bir girişe sahip olan han, Matyas adlı Rum işletmecisinden dolayı bu adla anılır. Hanın doğusunda ise, tarihi Leyse Camii ile bu caminin çevresindeki el sanatları çarşısı bulunmaktadır. Çarşıda keçeciler, semerciler, yularcılar hala faaldir.

 

 

Devam edelim; bu caddeden yukarı çıkarken bu kez sağda Pembe Han’a gelinir; bir başka deyişle Pamuk Han… Bu han, zaman içinde önce perakendeci haline dönüştürüldü. Yakın zamanlarda ise, yıkılarak alışveriş merkezine çevrildi. Oysa bu han, içinde kasaplar ve orta yerde manavları ile mükemmel bir mekândı. Tire’nin tüm kasapları, tek tekçileri ve manavları bu perakende halinin içinde idi. Tek tekçilik çok ayrı bir kültürdü Tire’de. Tek Tekçi Osman ve Alaylılı İsmail hemen aklıma geliverenlerden. Özellikle dükkânından et şiş, küçük bir kargıda verilirdi. Müşteri servis aldığı bu bankonun gerisinde uzun süre oturmazdı. Genelde hamalların da uğrak yeriydi bu mekânlar. Dükkânından uzun süre ayrılamayan esnaf da ayaküstü uğrar, bir tek atar ve işine devam ederdi. Tek tekçide bir banko ve özel sandalye ile geride bir perde, onun da gerisinde bir ocak ve bu ocakta Küçük Menderes’ten tutulmuş çay balığı; iki tane ve küçük bir kâsede bir avuç tuzlu leblebi… İşte bu güzel halin özellikle doğu girişi çok estetik bir örtü ile örtülü idi. Ayni halin birde batı girişi vardı. Bu halin dışarısı da tamamen dükkânlar ile çevrili idi. Göz göre göre bu muhteşem yapılar bugün bütünüyle bir beton yığınına çevrildi. Güya alışveriş merkeziydi yapılan. Şehrin ağırlık merkezi ovaya doğru kayarken, buraya bu yapının kondurulması büyük hataydı. Buradaki hal binası, aslında tarih kokan yapısıyla turizme pekâlâ hizmet verebilirdi.

 

Evet; güneş çoktan kayboldu. Ortalık kararmak üzere, ben de artık bu konuyu sonlandırayım. Oysa daha sağımdaki; Tire’de bir sembol yapı; Eski Belediye Binası’ndan söz edecektim. Seha Gidel Hocamıza atfedilen salonu ile Etnografya Müzesi (Tire Kent Müzesi olarak da biliniyor) bu güzel yapıya uymuş. Mimar Can Egeli’nin eseri olan Eski Belediye Binası’nın girişi de usta işi bir mimarlık örneği… Mimar, kendi adının orta harfini anıta kazıyarak unutulmaz bir iz bırakmış Tire’de. Zahire Loncası’ndaki adının son harfi de benzer bir yaklaşımı sergiliyor.

 

Ne demiştim; artık hava karardı ve iyice de serinledi. Oturduğum banktan tam kalkmayı düşünürken, birden aklıma Başköy’den rahmetli Hasan Amca geliverdi. O bilge kişiliği ile bana “oğlum kaynaşma var mı, kaynaşma” diye hep sorardı. Yani alışveriş oluyor mu? Para dönüyor mu demek istiyordu. Binlerce yıldır süregelen toprakların bu kadim yerleşiminde, yine bir akşamüzeri; sanki geçmişteki herhangi bir gün gibi tezgâhlarında ter döken esnafın bol bol kaynaştığından eminim artık.

 

Demek ki hayat, olanca hızı ile devam ediyor. Gönlüm o insanların adına huzur içinde; ancak bu noktada Seha Gidel Öğretmenimizin o meşhur sözünü yeniden gündeme getirmeliyim. O derdi ki; “Eskiyi yok ederek ilerleyemezsiniz. Eskiyi koruyup onun üzerine yapacağınız yeni ile ilerleyebilirsiniz.” O halde şimdi haykırmalıyım; Pembe Hanı geri istiyorum. Onu veremiyorsanız, Perakende Hali'ni geri verin o zaman. Onu da veremiyorsanız, lütfen Terziler Hamamı’nı restore ediniz. Bu caddede daha nice değerler var olmuştur geçmişte. Rum işletmeci Matyas, ileride caddenin Tahtakale girişinde şaraphanesi ile hatırlanan Yahudi Solomon ve onun elinde yetişmiş; meyhaneciliğinin kurallarını müşterilerine öğretmiş ve o müşteriyi “kuzu”laştırmış Ratıp Usta gibiler, kentin yaşamsal değerlerini sırtlanarak günümüze taşıdılar. Yeter ki eskiyi koruyun ve yeniyi de ona göre yaratın.

 

Ne caddeymiş be; yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir tarihi sırtlanarak siz gelenlere selam duruyor. Ben de artık gün batımı sonrası; çöken alaca karanlıkta, evime huzur içinde dönmeliyim.

 

Dipnotlar:

(1)   Mustafa Kentli ile ilgili olarak Attila İlhan’ın yazısı için bkz. https://tilahan.org/turkistan-deyince-baslayan-film/

(2)  Tire Ulu Cami için bkz. https://www.erolsasmaz.com/?oku=525

(3)    Tarihi Tire fotoğrafları ve kara kalem çalışmaları için Fadiye Albeyoğlu Özçivici, Aynur Altınel, Mehmet Ali Soylu ve İsmail Oral Cön'e teşekkür ederiz.

 

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: İbrahim Fidanoğlu

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve buyuktire.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.