Bazen geniş bir caddenin kenarında veya dar bir kaldırımda, sadece bir konuya odaklanarak yürürsünüz.O sırada memleketten gelen bir mektubu okumaktasınızdır.
Belki de yatılı bir okulda yıllar öncesinde okuyan çocuğunuzun yazdığı bir şiiri bugün tesadüfen ceketinizin iç ceplerinden birinde bulmuş, geçmiş anılara anılar ekleyerek tarifsiz bir heyecanla , özlemle okuyorsunuzdur.
Olmaz olmaz demeyin.Herkesin başına gelebilen bir dalgınlık hikayesi sizin de başınıza gelmiştir.Okuyacağınız satırlar ; Yıldıray Çınar’ın söylediği “Bir yiğit gurbete gitse / Gör başına neler gelir” türküsü eşliğinde okunursa bir yazarın başına gelenler daha da ilginizi çekecektir.
Değişik nedenlerle memleketini sıla belleyip İstanbul’un türlü çeşit semtlerini mesken tutan gurbetçi hemşeriler arasında, sohbet ortamlarında yer yer yakınlaşmalar; çıkar çatışmalarından dolayı da zaman zaman sataşmalar ve dalaşmalar olmaktadır..
Fındıkzade’den Samatya’ya gitmem icap etti. Kızılelma caddesinin kaldırımında hem yürüyor hem de bir yandan elime yeni geçen, yirmi yıl önce yazılmış bende hatırası olan bir şiiri okuyorum . Esekapı durağına henüz varmışım, aklım fikrim az önce okuduğum coşkulu şiirde Bir anda karşımda heyecanla bana yaklaşan birisi belirdi.Orta boylu, dümdüz kaşları uçlarına doğru sarkık , otuzlu yaşlarda birisi olanca samimiyetiyle gülerek sağ eliyle sağ elimi canla başla yakaladı.Bu samimi davranış karşısında , kim olduğunu hatırlamaya çalışıyorum.Benden erken davranıp , iyice tanıdığını belirtmek isteğiyle hemen söze girdi.
-Vay köylüm vay.Beni tanıyamadın mı?
-Yoo tanıyamadım.
-Nasıl tanımazsın,sen bizim kasap dükkanından her hafta et,kıyma alırdın ya!..
Memuriyetten emekli olalı, memleketten ayrılalı yaklaşık on beş yıl geçmiş aradan. Haftada bir aldığım yarım kilo kıyma veya kuşbaşı eti hangi kasaptan aldığımı nereden bilecek diye de düşünmüyor değilim.
-Hangi kasaptı sizin dükkan ?, diye soruyorum. Cevap hazır, hemen söylüyor.
-Kardeş Kasap. Amcalarım işletiyor, tanıman lazım, adları şunlar, soyadları bunlar…
Memlekette Kardeş Kasap diye ara sıra alışveriş ettiğim bir dükkan var. Var olmasına var da aradan on beş yıl geçmiş, yaşım altmışı geçmiş. Kasap kardeşleri, kardeş kasapları nasıl hatırlayabilirim ki. İsimleri çıkaramadım ama bu surat bu yüz tanıdık geliyor, Az çok tanıdığım birisine de çok benziyor.İşkillenmek o an için aklımın ucundan bile geçmiyor.Koskoca İstanbul’da bir hemşerime denk gelmişim,ne saadet ne saadet,sorup sorgulanacak zaman mı? ...
İzmir’de lisede okurken evimiz Karabağlar’da idi. Okuldan ve mahalleden arkadaşlarım ilçemize gidiş ve gelişlerimde, bilhassa yaz tatillerinden dönüşümde ;”Hoş geldin, köyden ne zaman geldin”, ”Köy nasıl, neler yaptın”, gibisinden sorular sorarlardı.
Büyük şehirlerde yaşayanların nazarında, altmışlı yıllarda yirmi beş-otuz bin nüfuslu olan güzelim ilçem adeta bir köydü.Bu yüzden karşıma çıkan ve tanımakta zorluk çektiğim o kişinin ilk hitabı bana yabancı gelmedi.İlçeme yapılan köy isnadı belleğime öylesine yerleşmiş ki hiç yadırgamadım. Sorgulamam gerekirken, hafızamdaki bilgiler ve dalgınlığım beni yanılttı, her soruya cevap verir hale geldim. Neden tanıyamadım düşüncesiyle neredeyse kendi hafızamı suçlayacaktım. Karşımdakinin soru bombardımanına karşı şu soruyu sorabildim .
-Hayrola, Senin İstanbul’da işin ne?
-Eşim Cerrahpaşa hastanesinde yatıyor.İki göğsünden ameliyat oldu. Çapa’daki kan merkezine kan almaya gidiyorum. Acil kan almam lazım ama param yetişmeyecek.
Ne kadar lazım demeden.cebimden bir beş lira çıkarıyorum. Sözlerinin doğru olup olmadığına emin olmamama rağmen parayı uzatıyorum. Deminden beri gülümseyen çehresi bulutlanıyor hüzünlü bir hale giriyor ve ;
-Köylüm bu para yetmez, işim bitince bir de Pendik’e döneceğim, Pendik’te eniştemin yanında kalıyoruz” diyor.Beş lirayı geriye alıp bir on lira uzatıyorum.” Sağ ol köylüm” diyerek Çapa Kan Merkezi’ne doğru seğirtiyor.
Yel yepelek yelken kürek gidişinden işkilleniyorum. On lira önemli değil ama gene de hayıflanıyorum.Emin olmak için acilen telefona sarılıp, memlekette celeplik yapan bir arkadaşımı arıyorum
-Alo Onur bi şey soracaktım,bizim oralarda Kardeş Kasap diye bir yer var mı?.
-Var Abi. Hayırdır?
-Orayı çalıştıran iki kardeş.Adları şu,soyadları bu.Tanıyor musun?.
-Valla Abi onları sima olarak tanırım. Adlarını soyadlarını bilmem. Onlarla pek alışverişim olmadı, istersen bi araştırayım.
-Sağ olasın, var olasın Onur kardeşim.Çok önemli değil, araştırmaya gerek yok kalsın. Memlekete geldiğimde niçin aradığımı anlatırım.-Sen de sağ ol Abi. Allah’a emanet olun.
Memleketten de sağlıklı bir haber alamayınca kandırıldığımı anladım.”Allah’ım, birine benzettiğim birisi muhtemelen beni aldattı.Bu kişiyle kısa zamanda karşılaşayım.Para pul önemli değil, iki çift laf edeyim”,diye dua ettim.…
Ertesi gün öğle saatlerinde Adli Tıp’ın olduğu meydandan sahile doğru yokuş aşağı inmekteyim. Ne göreyim , dün muhtemelen beni küçük çapta dolandıran kişi ağır ağır yokuşu tırmanmakta.Bir kaç adım bana doğru yaklaştığında yüz yüze geldik.Hamle sırası bana gelmişti, ”Vay köylüm vay “deyip sağ elini sıkıca yakaladım,iyice kavrayıp kendime doğru çektim ve sorguya başladım.
-Dün beni kandırarak on liramı aldın.
-Yok abi.Ben değildim.Bir başkası olmalı.Ben seni kandırmadım.
-Eşim iki göğsünden ameliyat oldu, Cerrahpaşa’da yatıyor kan lazım deyip dün benden para istedin.Ben de sana on lira verdim.
-Yok abi sen beni birine benzetiyorsun. Ben senden para mara almadım. Bir an düşündüm.Dün karşılıklı iki kişiydik. Ortalıkta şahit mahit de yoktu. Aklıma bir zamanlar ve bu günlerde ara sıra resim yapmam geldi.
-Ben ressamım. Dün gördüğüm birini asla unutmam. Sen şu kimliğini ver bakayım hele , dedim.
Dünkü kişinin benden para almasını, bile bile inkar etmesini elbette hazmedemiyorum. On lira için hır gür çıkmasını da istemiyorum. Dolandırıldığıma emin oluyorum sadece.Kendimden emin tavrım karşısında tırsmış olmalı ki, kimliğini hemen uzatıyor.İstanbul’un ilçelerinden birine bağlı “….” köyüne ait nüfus kaydını okuyorum. Sahte olup olmadığını anlamak için kimliğin ön ve arka yüzlerini, fotoğrafını iyice kontrol ediyorum. Muhatabım, aklı sıra (B) planını uyguluyor ve el çabukluğuyla gömlek cebinden bir kartvizit çıkarıyor.Kartviziti uzatıp kimliğini elimden geri alıyor.Kartvizit bir polis memuru adına matbaada bastırılmış,hakiki mi,sahte mi belli değil. Bu saatten sonra, on lira için araştıracak zamanım yok, ısrar etmenin de alemi yok.Ben sormadan o devam ediyor anlatmaya.
-Bu polis damadım, diyor. Heyheylerim üstümde ama sabrediyorum, bakalım neler olacak diye de merak ediyorum açıkçası …
-Ben şimdi senin damadını telefonla arayacağım, diyorum. Bu defa kartviziti elimden kapıyor, gömlek cebine atıyor. Ben de hemen kimliğini istiyorum yine. Topu taca attırmak isteyen iki futbolcu gibiyiz adeta . Kafası allak bullak olmalı ki, itiraz etmeden kimliğini yine uzatıyor. Bilgilerini tekrar kontrol ederek adını soyadını ilçesini köyünü iyice belleğime kaydediyorum. Topun taca çıkacağı yok. Muhatabımın iç sesi “Beni bırak artık, ne olduğumu anladın. Bende para ne gezer,alt tarafı on lira verdin,lafı mı olur” ,diyor sanki.Kimliğini kendisine, kendisini Allah’a havale ediyorum.
-Sizin gibiler yüzünden hiç kimse hiç kimseye bir lira dahi vermek istemiyor bu şehirde, diyorum…
Caddenin kenarına park edilmiş vaziyette eski model bir otomobil duruyor.Ellili yaşlardaki sürücüsü sanki birisini beklemekte. Bizim konuşmalarımızı kelimesi kelimesine dinlemiş olmalı ki, son sözüm üzerine dayanamayıp lafa karışıyor;
-Elli yıllık İstanbulluyum. Böylelerini çok gördüm. Bırak yakasını ne hali varsa görsün. Başımın gözümün sadakası de geç,diyor.
Otomobil sürücüsü işbirlikçi olabilir mi diye düşünüyorum bir an, mantıken olmayabilir de. Bu sırada dolandırıcının ağzında köpükler beliriyor. Hasta da olabilir, bana çaktırmadan ağzına diş macunu da sıkabilir. Aklıma “Hırsız evine kadar kovalanmaz” atasözü geliyor. Eşmenin eşelemenin bir alemi yok, konu benim açımdan kapanmıştır deyip meydanı terk ediyorum.Yokuş aşağı evime doğru yol alıyorum.Tek tesellim duamın gerçekleşmesi, dolandırıcıyla tekrar karşı karşıya gelmem ve iki çift laf etmem,galeyana gelip yaka paça olmamam.
Siz siz olun her soruya ilkokul çocukları gibi cevap yetiştirmeye çalışmayın. Siz daha çok sorular sorun, karşınızdakiler size cevap yetiştirsin. Hangi şehirde yaşıyorsanız yaşayın, yolda yürürken piyango çekiliş sonuçlarını biletinizle karşılaştırmayın , yolda kırk yıldır görmediğiniz babanızla karşılaşsanız dahi ihtiyatı elden bırakmayın. Aradığınız dükkanın tabelası hariç, yolda şiir miir okumayın.
Mehmet Sadık MEDİN -28 Nisan 2020- Samatya