Sinema koltuğunda uyumanın zevkini anlatmaya bilmem gerek var mı? Benim için büyük zevkti bu. Daha filmin başında uyuklamaya başlar, yanımdakilerin dürtüklemesiyle uyanırdım. Ya, para verdik izleyeyim bari deyip uyanmanın ardından, para uykudan daha mı tatlı der tekrar uykuya dalardım. Neticede çok önemli ve kalite filimler hariç çoğu filmin sonunu bir türlü göremezdim.
Bu gün, sahur saatlerinde kanallarda gezinirken bir filme takılı kaldım. Küçük, Kore’li bir kız çocuğunun görüntüleriyle başlayan filmin şiddet ve korku içerdiği , 7 yaş üzeri seyircilere uygun olduğu hatırlatmasıyla karşılaşınca ilgim daha bir arttı ve izlemeye karar verdim. Uyku gözümden akmasına rağmen gün ışığıncaya kadar gözümü kırpmadan film seyrettim.
Tarihi bilgilerimizi bir yoklayalım . 1950 yılında Türkiye Birleşmiş Milletler kararına uyarak Kuzey ve Güney Kore arasındaki iç savaşa asker gönderir. En şiddetli çarpışmaların yaşandığı Kunuri savaşında kahramanlıklar yaratan Türk birliğine mensup askerler katliama maruz kalan bir köyün yıkıntıları arasında annesi ve babasını kaybeden bir kız çocuğunun ağlayışını fark ederler. Çocuk ölen annesinin elini tutmuş , çaresizlik içindedir. Konuşma yetisini de kaybetmiş vaziyette, etrafına boş gözlerle bakmaktadır. Süleyman adındaki astsubay arkadaşlarıyla birlikte kızı cesetler arasından alıp götürürler. Adını bilemedikleri kıza Ayla adını verirler. Ayla bir müddet sonra Türkçeyi öğrenir ve kendisine şefkatle yaklaşan Süleyman astsubaya sevgiyle bağlanır,“BABA “ demeye başlar. Savaş sahnelerinin gerçeği aratmayacak kadar ustalıkla çekilmiş olmasını taktirle karşıladığımı hemen belirtmeliyim. Biz bu kadar başarılı bir filmi ne zamandır çekmeye başladık diye düşünürken, filmin Türk – Kore ortak yapımının bir sonucu olduğunu fark ettim.
Olayların bu minval üzerinde gelişmesi, Ayla’nın savaşın ortasında bile Türk askerlerinden kopmaması, itiraf etmeliyim ki duygusallığımın bir sonucu olarak gözlerimin nemlenmesine yol açmıştı. Ağlasam da ayıp olmazdı hani.
Savaş korkunç çatışmalarla sürüp gider, nihayet 1951 yılında savaş sona erer, Türk askeri Kore’den ayrılacaktır. Ayla, baba bildiği Süleyman ‘dan ayrılmak istemez, Süleyman da Ayla’yı Türkiye’ye getirmek ister. Aralarında baba kız sevgisine dayanan bir sevgi yumağı oluşmuştur. Bir bavulun içersine koyduğu Ayla’yı gemiye götürürken Kore’li yetkililer fark eder ve izin vermezler.
Süleyman, aradan çookk uzun yıllar geçse de Ayla’yı unutamaz. Türk askerinin yüreği sevgi doludur. Kimsesizlere kol kanat olur. 1950 Yılında Seul’de savaşta ailesini kaybetmiş Koreli kimsesiz çocuklar için yurt açılmıştır Ankara’da, burada barınan çocuklar,Türk askerine duydukları minnettarlıklarını her yerde anlatıyor ve çocukken yurtta öğrendikleri ”Ankara Marşını” ezbere söylüyorlar. Ne büyük gurur bizim için.
Japon ve Güney Kore’nin ortaklaşa üstlendikleri 1999 Dünya Kupası maçlarında Koreli’lerin de takımımızı kendi milli takımları gibi bağırlarına basmaları boşuna değildir. Onların bu vefa gösterisi bizim için büyük gurur olmuştur.
Yıllar sonra medya mensubu bir bayanın titiz araştırmaları sonucu gerçekleşen Ayla ile Baba Süleyman’ın kavuşma sahneleri müthişti, duygusallığın doruklaştığı bu sahnelerde gözyaşlarını tutmak mümkün olamazdı. Erkekler ağlamaz denir ya yalan; bağışlayın beni bu sahneleri izlerken uzun zamandır tutmaya çalıştığım göz yaşlarım sel olup aktı.
En çok kimi beğendiniz diye soracak olursanız. Tartışmasız benim favori oyuncum Küçük Ayla idi. Bu filmi seyredemediyseniz sizin adınıza üzgünüm demekle yetineceğim. Ama çaresi var; youtube dan herhalde izleme fırsatı vardır sanıyorum.İzleyin bu filmi…
Not : Sabahleyin çocuklarıma bu filmi mutlaka izleyin dediğimde aldığım cevap hoşuma gitti: “ Ooo babacım biz bu filmi kaç kez izledik, mendil yetiştiremedik deyince çok memnun oldum.)