Dostlar, 2017’de kaybettiğimiz ünlü gazeteci ve televizyoncu Tayfun Talipoğlu’nu tanırsınız. Hani “Bamteli” programı vardı ya işte o programın yapımcısı… Yakın bir dostluğumuz olmuştu kendisiyle. Sık sık buluşur yeni projeler üretirdik. Bazen de birbirimize ilginç öyküler anlatırdık. Bugün sizinle onun anlattığı zeytin ağacıyla ilgili bir öyküyü paylaşmak istiyorum “Bizi yakından ilgilendiriyor.” diye.
Birer birer katledilseler de canavar gibi makinelerin hışmından kurtulamasalar da onca zulme karşı nasıl da vakur duruyorlardı yıkıldıkları yerde. Çok haksızlıklara uğramışlardı tüm canlılar gibi ama hiç bu kadar kalleşçe ve hayâsızca bir savaş ilan edilmemişti onlara. Hem de hasat yeni başlamıştı. Hasat zamanı, konu komşu kim varsa dini bir törene gider gibi ellerinde sırıkları ile buluştuklarında yol çatlarında "Şen olsun diye düğünleri!" eksik etmeden gülen yüzlerini, selamlaşır, kimin bahçesindeyse sıra orada çökülürdü bir zeytin gölgesine.
Bir şölendi kahvaltıları. Bir yıl öncesinin zeytini, önlerindeki plastik tabakta hiçbir şey kaybetmeden asaletinden, dipdiri ve yine "kendinden yağı" üzerinde parıldarken salınırdı. Kara ya da yeşil zeytinler "Biz, tek başımıza bile doyururuz insanoğlunu!" der gibi bakardı.
Zeytin ağacı ile toprak dosttan öte "barışçı buluşmaların" sahnesi gibidir. Okumadan, yazmadan da bir zeytin ağacı bilir dünyanın yaşını. Tanrının bir mucizesidir ve güvercin ağzında Nuh Peygambere gelen tek bir dalı barışın adıdır. Din, dil, ırk ayırmadan; eğilmeden, bükülmeden tüm yaşanmışlıklarla yaşlanan ama dimdik duran gövdesiyle kazanmıştır bu haklı ününü. Onun için kutsal kitapların sayfalarında, Tanrıların dilindedir hep.
Ne savaşlar, ne katliamlar görmüş, gördüklerini hep kendilerine saklamışlarsa "Yaşamasın kinler!" diyedir. Belki bu yüzden teker teker "sadık yâr" toprağa düşerken hiçbiri yalvarmadı, âmân dilemedi cellâtlarından. Yalnız küskünlükleri belliydi çünkü, en çok koyanıdır ya nankörlük.
"Ahh, insanoğlu!" diye geçirdi içinden. "Ölmez ağacın" en yaşlı olanı siz deyin 400 ben diyeyim 500 yaşındaydı.
"Oldu mu şimdi!" dedi, "Bir tekinize zarar vermedik biz. Bu kin, bu nefret niye?" diye söylendi genç olanı.
Orta yaşlı olan zeytin ağacı "Kim bunlar?" diye sorduktan sonra bir bilen çıkar diye bekledi ama böylesine gaddar, böylesine acımasız bir öykü bile duymamışlardı ki failleri tanısınlar ya da anlayabilsinler. Sıra zeytin ağaçlarına kadar geldiyse yaşanmaz olduğunu o ülkede, hem ağaçlar, hem köylüler anlamıştı anlamasına ama artık yapacak bir şey yoktu.
Kırık dallarını nereye koyacağını bilemeyen ve daha dinleyeceği çok öykü varken o gün devrilen zeytinlerden biri hafifçe kaldırdı başını ve en yaşlı olana bakıp, "Ahhh dede, keşke siz de gidebilseydiniz mübadelede!" deyince derin bir sessizlik oldu. Geri adım atmadı ve devam etti "Bu barbarlar kökümüzü kurutacak bizim. Bir kilometre öteye yapsalardı şu termik santrallerini belki zehri ile daha uzun sürede verecektik canımızı ama bu canavarların dini ne ola ki? Tanrılar bunlardan bize hiç söz etmemişti." diye tamamladı sözlerini.
Ellerinde fotoğraf makineleri ve kameralarla bir grup adam yine kendileri gibi aynı topraktan yetişmiş ama kiralık katilliği seçmiş olanlarla tartışıyordu ki artık gövdesindeki her deliği ve her kıvrımı bir öykü olan yaşlı zeytin ağacı son noktayı koydu. "Böyle olmamalıydı!" diyerek başladı. "Daha dünya kurulalı çok savaşlar gördük. Şimdi yine savaş var, yine kan dökülüyor… Toprak adına da akıyor kan, Tanrılar adına da… "Öldürme!" diye başlayan tüm kitaplara inananlar, inandıkları Tanrılar adına öldürüyorlar birbirlerini. Yangınlar, seller, ne varsa doğada, kim yaşıyorsa dünyada başına gelmiştir. Kılıçlar, palalar, toplar, tüfekler, bombalar hatta şimdilerde adına nükleer denilen bir bela kapıda, savaş çığlıkları atıyor insanlar. Korkuyor ağaçlar ister istemez, "Ya, yok olursa soyumuz!.." diye. Toplanıp bizim büyük büyük dedemize geliyorlar ve diyorlar ki, "Siz, en uzun yaşayan ağaçlarsınız. Biz tüm ağaçlar bir araya geldik ve sizden birini kralımız yapmak isteriz. Sizi herkes sever ve sayar. Dede zeytin ağacı biraz düşünür ve derki, "Bizim insanların hayran olduğu bir yağımız ve meyvelerimiz var. Şimdi bütün bunları bırakıp başka ağaçları yöneteceğiz diye iktidarımız için öldürmeye ya da başka ağaçlarda sallanmaya mı gidelim. Üretmeyi bırakıp yönettiklerimizin sırtından geçinmek bize göre değil." demiş ve reddetmiş krallığı.
İşte o günden bu yana tüm âlem ikiye bölünmüş: Bir yanda zeytin ağacı kadar yürekli olup tüm vaatlere, iktidar nimetlerine rağmen üretenler, diğer yanda onların sırtından geçinen asalaklar. Bu asalaklar her dönem değişir ama yöntemleri hep aynıdır. Gözleri doymaz. Bugün olduğu gibi aklınızın almayacağı kadar alçalabilirler, biz bugün bu iş makinelerine direnemeyip yerde yatıyor olsak da, üç beş dakika sonra canımız çıkacak olsa da hiç ölmeyecek yeni filizler verip hep bir ağızdan her yerde "Barış" diyeceğiz."