İzmir’de katıldığım bir etkinliğe kadar tanımıyordum kendisini. Etkinlik sırasında İzmirli katılımcılardan Bekir Yurdakul, “Düriye Ayyıldız’ı tanıyor musun?” diye sorunca adını duydum. Tire’ye dönünce de kendisine ulaştım.
Düriye Ayyıldız, çalışmayı seven, kendini Türkçe bilinci oluşturmaya ve çocuklara adamış emekli bir öğretmen… Yazarımızı çocukluk yıllarına dönmeden tanıyamayız. O yıllarda evlerine gazete ve kitap giren ender ailelerden birine sahip… İlkokul öğretmeni ve dayısının armağan ettiği kitaplarla arkadaş olur, onları yanından ayırmaz. Ortaokuldaki öğretmeni Türkçe sözcük kullanması için onu incitmeden uyarır. İlk dil bilinci bu yıllarda oluşur. Bir sözcüğün Türkçe karşılığı varsa onu kullanmaya dikkat eder. Öğretmeni ona Yunus Emre’yi ve Montaigne’yi tanıtır. Montaigne’nin “Dünyanın en küçük bir yerini yasaklasalar, oraya hiç gitmeyecek bile olsam kendimi özgür hmem.” sözü onu derinden etkiler. Öğretmen okulundaki edebiyat öğretmeni de ona şiiri sevdirir, önemli şairleri tanıtır.
İlk kez Demirci’nin Talas köyünde başlar öğretmenliğe. Kasaba ve köy hayatını bu köyde tanır. Eğitim Enstitüsü sınavlarına girerek Çapa Eğitim Enstitüsünü kazanır ama ailesi göndermez. Buca Eğitim Enstitüsünü kazanınca İzmir’e tayin ister ve Bayraklı’da göreve başlar. Üç yıl hem çalışıp hem de okur. Okulun dört yıla çıkarılması için yapılan eylemlere katılırken bir yandan da TÖBDER’e üye olur.
Şiiri çok seven yazarımız öykü yazmayı tercih eder. Öykülerinde Sait Faik ve Nezihe Meriç çizgisi görülür: Küçük gözlemler, küçük duyumsamalar, etkilenmeler… “Yazmam içim okuduğum, özellikle de yaşadığım bir şeyden etkilenmem gerekir.” der. Bir gün Tire’de bir komşuları ölür ve ayakkabıları kapının önüne konur. Bundan etkilenen Ayyıldız, “Kaldırımda Ayakkabılar” adlı öyküsünü yazar.
Tire, onun için sıcaklık ve dostluktur bir de hem kayınvalidesi hem de arkadaşı olan Şükriye Anne… Geçmişe çok bağlıdır, en küçük bir eşyayı bile anı olsun diye saklar ama yönü geleceğe dönüktür. Tire’nin sokak adları onun ilgisini çeker, hatta bu konuda çalışmaya da başlar ancak yaşam koşulları nedeniyle yarım kalır. Tire’de sosyal etkinliklerin gerekliliğinin altına çizen yazar “Türkçe Günleri” adlı çalışmaların ilçemizde de yapılmasını arzu ettiğini söyler
Yazarımız için bir “Cumhuriyet Kadını”dır diyebiliriz. Ata’mızın bize bıraktığı Türkçemize sahip çıkmak için Dil Derneği’ne üye olur ve Ege Bölge Yönetimi’ne girer. Dil Derneği onun için Atatürk’ün çizgisidir. “Dilimiz yoksa biz de yokuz.” der ve Dil Derneği’ne katkıda bulunmayı görev bilir.
Türkan Saylan’ın “Her eğitimli kadının bu ülkeye bir borcu var.” sözü ona yön verir. Hatta bu sözü değiştirir ve “Her eğitimli insanın bu ülkeye borcu var.” der. Bu anlayışla ÇYDD’ye katılır. Çağdaş Yaşam Derneği’ndeki projelendirilmiş çalışmaları beğenir. “Pek çok bölüm var, siz hangini tercih ederseniz orada çalışabilirsiniz ve bunda bir sınır yok. Siz haftada bir saat de çalışabilirsiniz, her gün de çalışabilirsiniz. Kimse size neden gelmedin, diye sormaz. Her görüşten insan var ve birbirlerini destekler.” diyerek derneğe katılma gerekçelerini anlatmaya çalışır. Derneğin en çok beğendiği yönü halka inmesidir… “Bu dernekle çalışmalar salondan çıktı ve halkla buluştu. Bunu da eğitim evleri ile yaptı. Önceleri okullarda çalışmalar yapılıyordu ama MEB kapılarını kapatınca semt merkezleri açıldı. Özellikle İzmir Büyük Şehir Belediyesi çok destek verdi. Bu eğitim evlerine gecekondu bölgelerindeki çocuklar geliyor; spor, müzik, sanat vb. alanlarda çalışmalar yapıyor. Ben, eğitim evlerinde ve çocuk biriminde çalışarak dil bilinci ve dil sevgisi vermeye çalıştım.” diyen yazarımız bugünlerde Tire’nin sokak adlarıyla ilgili araştırmasını sürdürmeye çalışmaktadır.
***
CEMAZİYÜLEVVELİNİ BİLMEK
Eskiden devlet dairelerinde dosyalama için çuvallar kullanılır ve her aya ait biriken evrak bir torbaya doldurularak saklanırdı. Arşiv evrakı birbirine karışmasın ve arandığı zaman kolay bulunabilsin, diye de torbaların üzerine iri harflerle ait olduğu ayın ismi yazılırdı.
Bir gün fakir bir arşiv memuru, istenilen evrakı sandığa boşalttıktan sonra boş torbayı alıp evine götürmüş. Bir müddet sonra da fakirlik belasıyla torbadan bir iç donu diktirip giymeye mecbur kalmış. Ne var ki torbanın üzerindeki yazı yıkamakla çıkmamış ve cemaziyülevvel yazısı tam da poposunun üzerinde okunur vaziyette kalakalmış. Arkadaşları onu iç donuyla görüp poposundaki “cemaziyülevvel” yazısını okuyunca fakir arşiv memurunun sırrı ortaya çıkmış. Gel zaman, git zaman; arşiv memuru çalışarak(!) kısa sürede zengin olunca artık pahalı elbiseler giyer olmuş. Eski arkadaşları kendisinden söz ederken şöyle demeye başlamışlar, “Şimdiki hâline bakmayın, biz onun cemaziyülevvelini biliriz.
Evet dostlar, bugünlerde siz de “Biz bunların cemaziyülevvelini biliriz!” diyor musunuz?
Edebiyatla kalın, umutsuz kalmayın.