bağcılar escort

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler

Cüneyt Tanyeri
Köşe Yazarı
Cüneyt Tanyeri
 

BU İNSANLARI ANLAMAK ZOR

Dostlar, bundan 4-5 ay önce haber bültenlerinde Çin’in Wuhan eyaletindeki hayvan eti satılan çarşıda, yarasa eti ile yılan eti arasında bir yerlerden insana sıçrayan bir virüsten söz ediliyordu. Kimse fazla ilgilenmedi. Bizler için uzaktı, Çin’deki salgın bizi ne ilgilendirirdi ki!.. Bizler, bizi yönetenler gibi günlük hayatımıza devam ettik. Herkes işinde gücündeydi, siyasiler her zamanki kavgalarına devam ettiler, esnaf kepenklerini açıp kapattı, şairler şiir yazmaya devam etti.   Sonra Avrupa’da görülmeye başlandı bu virüs, dolayısıyla haber bültenlerinde daha çok yer almaya başladı. Artık bu virüsün adını öğrenmiştik: Korona virüsü (Covid-19). Ama bizi yine ilgilendirmedi. İnsanlarımız Umre’ye gitti, burada kalanlar da günlük hayatlarına devam ettiler. Ne de olsa bizim ülkemizde yoktu, varsa da kimse bilmiyordu.   Tedbir almadık, sınırlarımızda kontrol yapmadık, yurt dışına seyahatlere devam ettik. Misafirlikler, spor karşılaşmaları, mevlitler, kahve sohbetleri… hep devam etti. Bir futbol kulübümüzün ocakta transfer ettiği bir oyuncu ülkesinden hasta geldi ama rahatsızlığına virüsle ilgili teşhis konmadı. Gerek Futbol olsun gerekse diğer branşlarda müsabakalar devam etti, Takımlarımız her hafta yurt dışında deplasmana gittiler. Bir basketbol takımımızın kaptanı ise şunları söylüyordu: “Aralık ayından beri hastalıktan kurtulamadık. Her hafta bir başka arkadaşımız rahatsızlanıyordu.”   Halk arasında ise “Çinliler bu iğrenç şeyleri yemeseler bunlar olmaz.” görüşü hakimdi. Bir başka görüşe göre virüs Kanada’da bir laboratuarda çalışan Çinli karıkoca tarafından çalınarak Wuhan’daki bir virüs araştırma merkezine getirilmiş buradan dışarı sızmıştı.   İddiaların ardı arkası kesilmiyordu. “Virüs, ABD ordusu tarafından Çin’e sokulmuş olabilir.”, “Batı toplumlarında, yaşlı nüfusun sosyal hizmet gereksinimleri, emekli maaşları, devlet bütçesi üzerinde artık taşınamaz bir yük oluşturuyor. O halde emeklilik dönemine girmiş, yaşlandıkça bakım masrafları artan nüfusun mali yükünün bu salgınla azaltılmak istenmiş olabilir.” vs. vs… gibi komplo teorileri üretiliyordu.   Bu virüs ister yapay olsun ister doğal, biz ne yapıyoruz ona bakmalıyız. Evet, hazırlıksız yakalandık göz göre göre. Ama iş işten geçmiş değil dostlar. Her şeyden önce evde kalmaya devam edelim. Eğer, ekmek, ilaç, gıda, iş gibi zorunlu nedenlerle dışarı çıkacaksak maskemizi ve eldivenlerimizi takalım. Yakınımızdaki kişilerle en az üç adım mesafede duralım.   Şimdi size Tire’de nadiren dışarı çıktığım günlerde yaşadıklarımdan bir iki örnek vermek istiyorum. Birkaç gün önce sabah fırına gittim. Önümden giren kişinin alışverişini üç adım arkada beklerken o kişinin elini tezgâha sokup ekmek seçtiğini gördüm. “Elini niçin sokuyorsun?” diye biraz sertçe çıkıştığımda bana, “Ellerimi sabunla yıkadım.” dedi. “Bak belki sen ellerini yıkamışsındır ama kapı koluna dokundun, paraya dokundun…” diye izah etmeye çalıştım ama nafile. O gittikten sonra fırıncıya da, Neden izin verdiğini sordum ama sessizlikten başka cevap alamdım. Fırından çıktıktan sonra hızlı adımlarla ilerlerken bankaların önündeki iç içe girmiş insanları üzüntüyle izledim.   Yine fırına gittiğim bir gün ise -bu kez fırıncı önlem almış, tezgâhı kapatmıştı- tam ben ekmek alırken dibime 40-45 yaşlarında biri geldi. Hemen araya mesafe koyup kendisini uzaklaşmasıı için uyardım. Ancak, sertçe “Abartmayın, ben tırcıyım, Türkiye’nin her tarafını geziyorum. Siz felaket tellallığı yapıyorsunuz.” dedi. Güler misin ağlar mısın, hem Tire dışından gelmiş, hem de gençlerin deyişiyle trip atıyor. “Bana bak!” dedim, “Şimdi polisi ararım. Çevrene zarar veriyorsun.” Sonra ne mi oldu? Ben işi uzatmadan yoluma devam ettim. Yolda benden büyük olan dini yönü güçlü bir akrabamı gördüm ve uyarmak istedim dikkatli olması için ama “Bize işlemez!” cevabını aldım. Tüm bu yaşadıklarımdan sonra gördüm ki toplumumuzdaki bazı insanları anlamak zor. Tıpkı sokaklarda hiçbir şey olmamış gibi gezenleri, sahilde balık tutanları, villada parti düzenleyenleri, cuma namazı kılacağız diye cami kapısını kırmak isteyenleri anlamadığımız gibi.   Bu zor günler de elbet geçecek. Siz güneşli güzel günlerden umudunuzu kesmeyin. Sabahtan akşama kadar televizyonun karşısına geçip profesörlerin tartışmalarına kaptırmayın kendinizi. Günlük ev hayatınıza devam edin. Çocuklarınızla sohbet edin, kitap okuyun, film izleyin… Belki bu şekilde birbirimizin değerini daha iyi anlarız. Çünkü ne yazık ki değer bilmez olmuştuk. İyice ayrışmıştık. Anamızın babamızın, eşimizin, çocuklarımızın, komşularımızın değerini şimdi daha iyi anlayabilmek için iyi bir fırsat elimize geçti, değerlendirelim.   Elbet, bu zor günler geçecek ama hiçbir şey eskisi olmayacak. Belki vahşi kapitalizm kendini sorgular da vahşilikten vazgeçer. Belki patronlar, halk olmadan patronluğun, paranın, şan şöhretin bir işe yaramadığını anlar da çalışanının hakkını verir. Ancak kesin olan bir şey var ki artık birbirimize daha sıkı sarılacağız. Birbirimizin değerini daha iyi anlayacağız.   Dostlar, edebiyatla kalın ama umutsuz kalmayın.  
Ekleme Tarihi: 03 Nisan 2020 - Cuma

BU İNSANLARI ANLAMAK ZOR

Dostlar, bundan 4-5 ay önce haber bültenlerinde Çin’in Wuhan eyaletindeki hayvan eti satılan çarşıda, yarasa eti ile yılan eti arasında bir yerlerden insana sıçrayan bir virüsten söz ediliyordu. Kimse fazla ilgilenmedi. Bizler için uzaktı, Çin’deki salgın bizi ne ilgilendirirdi ki!.. Bizler, bizi yönetenler gibi günlük hayatımıza devam ettik. Herkes işinde gücündeydi, siyasiler her zamanki kavgalarına devam ettiler, esnaf kepenklerini açıp kapattı, şairler şiir yazmaya devam etti.

 

Sonra Avrupa’da görülmeye başlandı bu virüs, dolayısıyla haber bültenlerinde daha çok yer almaya başladı. Artık bu virüsün adını öğrenmiştik: Korona virüsü (Covid-19). Ama bizi yine ilgilendirmedi. İnsanlarımız Umre’ye gitti, burada kalanlar da günlük hayatlarına devam ettiler. Ne de olsa bizim ülkemizde yoktu, varsa da kimse bilmiyordu.

 

Tedbir almadık, sınırlarımızda kontrol yapmadık, yurt dışına seyahatlere devam ettik. Misafirlikler, spor karşılaşmaları, mevlitler, kahve sohbetleri… hep devam etti. Bir futbol kulübümüzün ocakta transfer ettiği bir oyuncu ülkesinden hasta geldi ama rahatsızlığına virüsle ilgili teşhis konmadı. Gerek Futbol olsun gerekse diğer branşlarda müsabakalar devam etti, Takımlarımız her hafta yurt dışında deplasmana gittiler. Bir basketbol takımımızın kaptanı ise şunları söylüyordu: “Aralık ayından beri hastalıktan kurtulamadık. Her hafta bir başka arkadaşımız rahatsızlanıyordu.”

 

Halk arasında ise “Çinliler bu iğrenç şeyleri yemeseler bunlar olmaz.” görüşü hakimdi. Bir başka görüşe göre virüs Kanada’da bir laboratuarda çalışan Çinli karıkoca tarafından çalınarak Wuhan’daki bir virüs araştırma merkezine getirilmiş buradan dışarı sızmıştı.

 

İddiaların ardı arkası kesilmiyordu. “Virüs, ABD ordusu tarafından Çin’e sokulmuş olabilir.”, “Batı toplumlarında, yaşlı nüfusun sosyal hizmet gereksinimleri, emekli maaşları, devlet bütçesi üzerinde artık taşınamaz bir yük oluşturuyor. O halde emeklilik dönemine girmiş, yaşlandıkça bakım masrafları artan nüfusun mali yükünün bu salgınla azaltılmak istenmiş olabilir.” vs. vs… gibi komplo teorileri üretiliyordu.

 

Bu virüs ister yapay olsun ister doğal, biz ne yapıyoruz ona bakmalıyız. Evet, hazırlıksız yakalandık göz göre göre. Ama iş işten geçmiş değil dostlar. Her şeyden önce evde kalmaya devam edelim. Eğer, ekmek, ilaç, gıda, iş gibi zorunlu nedenlerle dışarı çıkacaksak maskemizi ve eldivenlerimizi takalım. Yakınımızdaki kişilerle en az üç adım mesafede duralım.

 

Şimdi size Tire’de nadiren dışarı çıktığım günlerde yaşadıklarımdan bir iki örnek vermek istiyorum. Birkaç gün önce sabah fırına gittim. Önümden giren kişinin alışverişini üç adım arkada beklerken o kişinin elini tezgâha sokup ekmek seçtiğini gördüm. “Elini niçin sokuyorsun?” diye biraz sertçe çıkıştığımda bana, “Ellerimi sabunla yıkadım.” dedi. “Bak belki sen ellerini yıkamışsındır ama kapı koluna dokundun, paraya dokundun…” diye izah etmeye çalıştım ama nafile. O gittikten sonra fırıncıya da, Neden izin verdiğini sordum ama sessizlikten başka cevap alamdım. Fırından çıktıktan sonra hızlı adımlarla ilerlerken bankaların önündeki iç içe girmiş insanları üzüntüyle izledim.

 

Yine fırına gittiğim bir gün ise -bu kez fırıncı önlem almış, tezgâhı kapatmıştı- tam ben ekmek alırken dibime 40-45 yaşlarında biri geldi. Hemen araya mesafe koyup kendisini uzaklaşmasıı için uyardım. Ancak, sertçe “Abartmayın, ben tırcıyım, Türkiye’nin her tarafını geziyorum. Siz felaket tellallığı yapıyorsunuz.” dedi. Güler misin ağlar mısın, hem Tire dışından gelmiş, hem de gençlerin deyişiyle trip atıyor. “Bana bak!” dedim, “Şimdi polisi ararım. Çevrene zarar veriyorsun.” Sonra ne mi oldu? Ben işi uzatmadan yoluma devam ettim. Yolda benden büyük olan dini yönü güçlü bir akrabamı gördüm ve uyarmak istedim dikkatli olması için ama “Bize işlemez!” cevabını aldım. Tüm bu yaşadıklarımdan sonra gördüm ki toplumumuzdaki bazı insanları anlamak zor. Tıpkı sokaklarda hiçbir şey olmamış gibi gezenleri, sahilde balık tutanları, villada parti düzenleyenleri, cuma namazı kılacağız diye cami kapısını kırmak isteyenleri anlamadığımız gibi.

 

Bu zor günler de elbet geçecek. Siz güneşli güzel günlerden umudunuzu kesmeyin. Sabahtan akşama kadar televizyonun karşısına geçip profesörlerin tartışmalarına kaptırmayın kendinizi. Günlük ev hayatınıza devam edin. Çocuklarınızla sohbet edin, kitap okuyun, film izleyin… Belki bu şekilde birbirimizin değerini daha iyi anlarız. Çünkü ne yazık ki değer bilmez olmuştuk. İyice ayrışmıştık. Anamızın babamızın, eşimizin, çocuklarımızın, komşularımızın değerini şimdi daha iyi anlayabilmek için iyi bir fırsat elimize geçti, değerlendirelim.

 

Elbet, bu zor günler geçecek ama hiçbir şey eskisi olmayacak. Belki vahşi kapitalizm kendini sorgular da vahşilikten vazgeçer. Belki patronlar, halk olmadan patronluğun, paranın, şan şöhretin bir işe yaramadığını anlar da çalışanının hakkını verir. Ancak kesin olan bir şey var ki artık birbirimize daha sıkı sarılacağız. Birbirimizin değerini daha iyi anlayacağız.

 

Dostlar, edebiyatla kalın ama umutsuz kalmayın.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve buyuktire.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.