Cumhuriyetin ilk yılları. Güme Dağları na yaslanan tarihi bir şehir, özgürlüğün verdiği bir sevinci yaşıyor. Herkes işinde gücünde işgal sonrası yanan yakılan yerler tamir edilmekte yeni binalar ve yol meydan cadde sokak çalışmalarıyla ülke ihya edilmekte.
Tarihi şehrin zenaatkârları dört elle işlerinin başındalar. Savaştan dönen var dönmeyen var. Zor geçen yılların sonrasında herkes evini, ailesini geçindirme derdinde. Eline para geçen bazı kişiler yemesine içmesine çok eskiden olduğu gibi devam etmekde.
Şehrin doğu kesiminde iki katlı evinde eşi ve iki oğluyla birlikte ikamet eden Müşfik Bey on onbeş günde bir, bir kaç arkadaşıyla birlikte kurtuluş gününü kutlamakta. Eşi Safinaz şarkı söyler gibi, " Sakın geç kalma erken gel" dese de , ara sıra bazı bazı eve hep geç gelmekte.
Müşfik Bey'in evi dışında, hemen bitişikte bir deve damı, Buğday Dede civarında bir zeytinliği bir de çarşı içinde arastada bir ayakkabıcı dükkanı var. Hâli vakti yerinde olup o günlerde çoğu evde bulunan halk hikayelerini okumayı çok seviyor. Ara sıra dükkanını çırağına bırakıp Necip Paşa kütüphanesina uğramışlığı da oluyor.
Evinde okuya okuya eskittiği kitaplar; Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre, Arzu İle Kamber, Gül ile Sitemkâr, Yusuf ile Züleyha ve Köroğlu Destanıdır. Babasından kalan kitaplar yeni gibidir. Hazreti Ali'nin cenkleri, Muhammed Hanefi'nin cenkleri ve Battal Gazi Destanıdır. Cenk kitaplarını baba hatırası olarak saklar, okuduklarının özetini kahvehane arkadaşlarına anlatır.
Büyük oğlu bir tenekecinin yanında kalfa olarak çalışmaktadır. Küçük oğlu Mestan , başında kavak yelleri esen, komşu kızı Nigar'a bir türlü derdini anlatamayan platonik bir aşıktır. Dedesi'nin Köroğlu kitabını evin gizli bir yerinde saklar. Babası sorduğunda; Baba kitap kim ben kim. Beni elimde kitapla hiç gördün mü ,diye sorar, babasını kendinden uzaklaştırırdı. Gel zaman git zaman Müşfik bey, Köroğlu kitabının yenisini aldı. Kahvehanedeki arkadaşları sık sık bu halk hikayelerini seve seve dinlemek isterlerdi.
Köroğlu kitabını tekrar tekrar okumaları yan bahçede yıkanmış çamaşırları asan Nigar'la gözgöze gelmeleri sonucu bu platonik aşık babası Müşfik beyden daha fazla içer oldu. Güzel flüt çaldığı için güzel havalarda arkadaşlarıyla, Balım Sultan, Maltepe, Toptepe, Kısıklık ve Arap Pınarı civarına her pazar giderlerdi.
Mestan her defasında , rüyalarını ballandıra ballandıra anlatıyor, pireyi deve yapıyor, yeni hikayeler türetiyordu. Kış günlerinde soluğu Salamon'un meyhanesinde alıyorlardı. Öyle bir zaman geldi ki, Mestan bir bardak şaraba, iki kadeh rakıya bakarak şarkılar türküler söyler hâle geldi.
Müşfik beyin iki de bir yaptığı uyarılar sonucunda arkadaşları Mestan'ı olur olmaz her yere çağırmaz oldular. Gerek piknikte olsun ve gerek meyhanede olsun etraftan laf atmalar Mestan'ı hizaya getirmeye yetti.
Aradan üç aylık bir zaman geçmişti. Mevsim yaz, günlerden bir pazar günüydü. Mestan tek başına meyhanede, tenhadaki bir masaya çökmüş içkisini yudumluyordu. Hızlı adımlarla üç arkadaşı kapıdan içeri daldı. Yüzleri gülüyordu, birbirlerine sarıldılar sarmaştılar hasret giderdiler. Sandalyelere eğreti oturan arkadaşları, Mestan'ın iki koluna girip, olurdu olmazdı sözlerine aldırmayıp hep birlikte dışarı çıktılar.
" Hayırdır arkadaşlar. Kadehimin yarısı meyhanede kaldı. Bu ne acelecilik ?"..."Aklımızın yarısı da sende kaldı kardeşim. İçkiyi bıraktım demiştin. Bakıyoruz da yine başlamışsın."..." Başladıysam başladım. Ben bıraktım ben başladım. Kime ne, sana ne ! . "..." Sen onu bunu bırakta, Havuzluya gidiyoruz. Kambersiz düğün olmaz diyen sen değil miydin? Bizim yüzümüzden kadehin yarım kalmıştı. Havuzluda tamamlayalım. Bizi kırma, muhabbetini de çok özledik be birader."
Havuzluya yaklaşmışken arkadaşları öğütleri bir bir sıralarlar. " Orası ailelerin de gittiği bir yer."..." Çoluk çocuğuyla gelenleri rahatsız etmeyelim"..." Ne rüyalarını anlat ne de hikâyelerini"...
" Merak etmeyin fazla içki içmem. Kimseyle de muhatap olmam."
" Sana yaptığımız uyarı hepimiz için geçerli. Alınma sakın. Anca beraber kanca beraber."
Büyük Havuzlu''ya geldiklerinde vakit ikindi sonrasıdır. Çoğu aile çocuklarıyla birlikte eve dönüş hazırlığındadır. Esasen içkili bölüm bir brandayla ayrılmıştır. Dört kişilik bir masaya yerleşirler, garson koşarak gelir, siparişleri alıp mutfak kısmına yönelir. Sağa sola bakarlar, tanıdık bir sima var mı diye . Birkaç kişiyle el kol hareketleriyle selamlaşırlar. Garson siparişleri getirir az sonra. O esnada lambalı bataryalı radyodan türküler duyulmaktadır.
Mezeler ve içkiler gelir, kadehler tokuşturulur. Kadehler şerefe kalkar , muhabbet koyulaşır.
Dört arkadaş Küçük Menderes nehrinin aktığı ovayı seyretmektedir. Radyodan "Fes başıma püskülü ben olayım..." türküsü dinlenmekte iken karşı dağların üzerinde öbek öbek kara bulutlar peydah olur.
Mestan bir iki derken dört dubleyi götürmüştür. Üstüne üstlük Köroğlu türküsüne sıra gelince sandalyesinden doğrulur ve söylenmeye başlar.
"Ahhh ahhh ah. Deveci deveci, fesinin püskülü sağlam mı? ". Arkadaşları hemen kollarından tutup sandalyesine oturturlar. Açılsın diye bir sade kahve söylerler. Mestan gelen kahvenin yarısını içmişken tekrar doğrulup ayağa kalkar. Envai çeşit şekillere bürünmüş kara kara bulutlara bakarak seslenir; " Deveci sana diyorum, fesinin püskülü sağlam mı?"...Arkadaşları kulağına bir şeyler fısıldarlar ve yerine oturturlar.
Mestan kahvesini bitirdikten sonra bu defa öfkeyle dikelip daha yüksek hem de cırtlak bir ses tonuyla haykırır. " Deveci deveci fesin püskülü sağlam mı?" der ve başını masaya yaslar.
Etraftan bazı masalardan gelen şikayetler sonucu iki garson Mestan'ın olduğu masaya damlarlar ve ikazda bulunurlar.
Dört arkadaştan ikisi önde ikisi de Mestan'ın kollarına girmiş vaziyette hesabı ödeyip Büyük Havuzlu'dan ayrılırlar.
Henüz yola koyulup beş on adım atmışken bir polis memuruyla iki mahalle bekçisi Mestan ve üç arkadaşını durdurur. Mahallelinin şikayeti üzerine geldiklerini söyleyip karakola davet ederler.
Dört kafadar karakolda sızmış vaziyette sabahlarlar. İlk ayılanlar Mestan'ın arkadaşlarıdır. Çay kahve eşliğinde Mestan'ı ayıltırlar. Mestan kendine gelir gelmez arkadaşlarına sorar: "Hayırdır arkadaşlar biz niye burdayız ? "
" Biz sana soracağımıza, sen bize mi soruyorsun. Senin yüzünden burdayız Mestan efendi. Muhabbet güzeldi, içkiyi fazla kaçırdığını geç farkettik."..." Sahi sen hangi akılla , deveci deveci fesin püskülü sağlam mı* diye bağırdın... "Hem de üç defa. Kafayı mı yedin birader?"...
"Niye benim yüzümden olsun ki. beraber yedik beraber içtik. Siz hiç bağırıp çağırmadınız mı?"..." Evet beraber yedik ,beraber içtik. Ve lakin sen bağırdıkça başımızı eğip sustuk hep."...
"Kusura bakmayın arkadaşlar. Şimdi hatırladım. Radyoda fes başıma püskülü ben olayım türküsü çalıyordu. Karşı dağın üstündeki kara kara bulutlar kaybolur gibi oldu. Bi baktım Menderes'ten Tire'ye doğru bir küçük deve kervanı gelmekte. Önde eşeğinin semerinde bir deveci oturmakta. Eşeğin arkasında üç deve var, kendir demetleri yüklenmiş. Daha sonra Köroğlu türküsü çalınmasın mı!. Nigar ismini duyduğum sırada bir iri kartal belirdi gökyüzünde. Alçaldı alçaldı deveciye yaklaştı, fesin püskülünü kaptı, bırakmaz da bırakmaz. Fes, deveci ,eşek, birinci deve, ikinci deve , üçüncü deve derken hepsi kartalla birlikte yükseldi de yükseldi."
" Kartal inatçı, Tire'ye doğru olanca yükü taşıyor bana mısın demiyor. Yüküyle beraber bizim evle Nigarların evinin üstüne gelmez mi . Evlerimizin üstünde üç defa daireler çizdi. Fesin püskülü bi kopsa onca yük hem bizim, hem de Nigarların evinin üstüne düşecek. Malzeme bol. Deveci var, eşeği var, üç de yüklü deve var.Ne ana kalacak ne baba. Ne de Nigar ve ailesi. Siz olsaydınız bağırmaz mıydınız.